2 Şubat 2011 Çarşamba

Demokrasi, İslam, Sivil Toplum ve Batı

Demokrasi, İslam, Sivil Toplum ve Batı

Gürcan Banger

Mısır’daki hareketliliği dünya medyasının kanallarından izliyoruz. Halkın daha fazla demokrasi ve özgürlük istediğine kuşku yok. Ama bu durum, gerçek anlamda halkın kendisinden kaynaklanan bir halk hareketi midir? Bu hareketlenmenin arkasında onu teşvik eden başka güçler olabilir mi? Bu soruların cevabı yeterince net değil. En önemlisi, bu karmaşanın ilerleyen aşamalarında kazanan kim olacak? Böyle ciddi bir soru, tarihin onu cevaplamasını bekliyor.

Birlikte Olabilir mi?
Dünya siyaset literatüründe İslam ve demokrasinin bir arada varlığı ve sürdürülebilirliği sık tartışılan konulardan birisidir. Bu ikilinin birlikte var olamayacağını iddia edenlerin sayısı, İslam’ın özünde demokrasi ruhunun varlığını savunanlardan daha az değildir. Her iki kesim de tezlerini bazı tarihi ve sosyal, kültürel, hukuksal veya ideolojik temellere dayandırmaya çalışıyorlar. Bu yazıda İslam ve demokrasinin birlikte varlığını ve sürdürülebilirliğini farklı biçimler algılayanların yaklaşımlarını ve gerekçelerini ana başlıklarıyla ele alacağım.

Olumsuzların dayanak noktaları şu unsurlarda toplanıyor: Birincisi; İslamiyet’in fundamentalist özü nedeniyle çoğulculukla uyumlu olmayan anti-demokratik özelliğinin olduğuna işaret ediliyor. Diğer yandan; şeriatın mükemmel ve ilahi kabul edilmesinin bir sonucu olarak demokratik tartışma yerine teokratik kabullerin ön planda yer alacağı iddia ediliyor. Yine; İslami düşüncenin müminlerle inançlı olmayanları ayırt etmesi nedeniyle demokrasinin eşit yurttaşlık ilkesinin gereklerini yerine gelmeyeceği savunuluyor.

İkinci olarak; olumsuzlar, gerçek dünya gözlemlerini öne sürerek İslam dünyasında demokratik yönetimin temel özelliklerinin bulunmadığını söylüyorlar. Örneğin pek az İslam ülkesinde özgür seçimlerin başarıyla gerçekleştirilebildiği iddiası var. İran gibi ülkelerden getirilen örneklerle buralardaki yöneticilerin tercihlerinin demokratik işleyişin önüne geçebildiğine dair örnekler veriliyor.

Bir ülkede demokrasinin varlığı tartışılırken, demokrasi için aranan ön koşullardan birisi sivil toplumun mevcudiyetidir. İslami özellikleri öne çıkan toplumlarda sivil toplumun eksikliği yanında eğitim ve sosyal kültür üzerinde tartışmaya ve sorgulamaya izin vermeyen baskılar olduğu tezi sıklıkla öne çıkarılıyor.

İslamiyet’in demokrasiyi dışlaması konusunda en çok tartışılan argüman, ABD’de 11 Eylül ile gündeme gelen İslami fundamentalizm ve şiddet üzerine kurgulanıyor. Yazılı ve görsel basın ile Internet ortamındaki dokümantasyon incelendiğinde; 11 Eylül sonrasına ait neredeyse bir külliyat meydana getirilmiş olduğu görülüyor. Hatta bu İslami terör odaklı olumsuzlama öyle bir uç noktaya gelmiş ki; İslam ve demokrasinin birlikte var olabilirliği üzerine yapılmış teorik çalışmalar önem ve değerini yitirmiş gibi görünmekte.

İslamiyet’in demokrasi ile çeliştiği alanları gösterme çabasında olanların en önemli tezlerinden birisini toplumsal cinsiyet ve kadının toplumdaki yeri oluşturuyor. İslamiyet’te kadının ancak erkeğin tamamlayıcısı olabildiği, bu nedenle ‘ikinci sınıf insan’ kabul edildiği üzerine tartışmalar aralıksız sürdürülüyor. Buna bağlı olarak erkekler açısından çok eşliliğe geçit verilmesi, demokrasi ile uyuşmayacak yanlardan birisi olarak öne çıkarılıyor. Daha katı kuralcı olan olumsuzlar; çarşaf, türban ve benzeri örtünme biçimlerinin kadını yaşamsal tercihleri açısından zorlayıcılık içerdiği görüşündeler.

İslam’a yönelen eleştirilerin ciddi bir bölümü, liberal demokrasi savunucularından geliyor. Bu nedenle İslamcı düşünce ve yaşam biçimi, siyasal liberalizm açısından olduğu kadar bazı ülkeler örnek gösterilerek ekonomik liberalizm yönünden de eleştiriliyor. Son olarak; İslami demokrasi gibi bir kavramın belirsiz ve iyi tanımlanmamış olması iddiasıyla demokrasinin kendisini ve bu yönlü idealleri olumsuz etkilediği savı etkin biçimde öne sürülüyor.

Özetle; İslamiyet ve demokrasinin aynı toplum ve yönetim modelinde birlikte mevcut olamayacağı tezini savunanların görüşleri yukarıda özetlediğim bu noktalarda toplanıyor.

Demokrasi ve İslam
Kendi açımdan İslami demokrasi veya demokratik İslam gibi kategorileştirmeler yapmadığımı söylemeliyim. Konuya sadece İslam ve demokrasinin aynı iklim içinde birlikte var olma ve sürdürülebilirlik şartları açısından bakıyorum. Aşağıda özetlediklerim ise bu ikilinin birlikteliğine olumlu bakan değişik kesimlerin argümanlarından oluşuyor.

Olumluların en belirgin fikrî unsurları arasında öncelikle İslam’ın içsel olarak demokrasiyi içerdiği yönü yer alır. Kuran’da var olan danışma anlamında şura ile uzlaşma anlamında icma kavramlarının, İslam’ın demokrasi konusundaki en önemli göstergeleri olduğu ifade edilmektedir.

Bir diğer olumluluk argümanı ise reel dünyadan geliyor. Dünyada İslamiyet’in yaygın olduğu ülkelerdeki sosyal, siyasal ve kültürel gelişmeler izlendiğinde; gerçekten demokrasi yönünde bazı açılımlar olduğu gözleniyor. Şeriatın en katı biçimde uygulandığı ülkelerde bile bazı demokrasi unsurlarının (yavaş da olsa) yer almaya başladığını görmezden gelemeyiz. 20’nci yüzyılın son çeyreğinde siyasal İslam’ın yükselişine bağlı olarak gündeme gelen sertleşme yanında küresel gelişmeler ve dünya ekonomisi ile uyumlu yaşam yönünde bazı ılımlı değişimler de oldu. Ayrıca İslam’ın küresel ölçekteki hareketlenmesini her yönüyle homojen olarak görerek sadece şiddetle bağlantılı olarak açıklamak çok ciddi bir hata olur. Hem Türkiye’de hem de diğer İslam nitelikli ülkelerde barış ve demokrasi yönünde ciddi düşünsel akımlar var.

Sosyal ve siyasal literatürde özellikle son yıllarda demokrasiyi sivil toplumsuz düşünmemek bir algı dayanağı haline geldi. Bir başka deyişle; bir toplumda demokrasinin varlığını kanıtlayan unsurlardan birisi, orada sivil toplum hareketlerinin mevcudiyeti oldu. Olumlular, başta Türkiye olmak üzere İslamiyet’in etken faktör olduğu ülkelerde sivil toplum anlayışının ve faaliyetlerinin gelişmekte olduğuna işaret ediyorlar. Diğer yandan cemaat ve tarikatların sivil nitelikleri konusunda daha kapsamlı ve yaygın çalışmalar yapılmaya başladığı da bir başka gerçek. İlerleyen süreçte; bu primordial (ilksel, kan bağı esaslı) yapıların etkilenmeyeceğini söylemek haksızlık olur. Sanırım; sivil toplum kuramcıları ile pratisyenlerinin bu tür inanç, yer ve etnik kültür temelli yapıları çok daha iyi anlamaları gerekiyor.

İslam ve demokrasi birlikteliği konusunda olumlu düşünen kesimler, bugün gözlenen şiddetin ve silahlı eylemlerin sorumlularının, İslam’ı şiddet yanlısı olmakla suçlayan ‘demokrasi havarisi devletler’ olduğunu öne sürüyorlar. Gerçekten gelişmiş Batılı ülkelerin Afganistan, Irak ve Filistin gibi ülkelerdeki uygulamalarını dikkate alınca (ayrıca örneğin Afrika’daki doğal kaynakları talan etmeye devam edebilmek için toplumlar arasına nifak tohumları ekmeyi sürdürdüklerini görünce), siyasal İslam’ın silahlı eylemselliğinin nedenlerini anlamak kolaylaşıyor. Öyle anlaşılıyor ki; günümüz dünyasında şiddetin gerekçelerini, öncelikle şiddetten şikâyet ediyormuş gibi görünen bazı Batılı ülkeler oluşturuyor.

İslam ve demokrasinin birlikteliği alanında daha başka olumluluk görüşleri de var. Ama bunlardan bir tanesini ifade etmeden geçmenin ciddi haksızlık ve eksiklik olacağını düşünüyorum. O da; “Hıristiyanlık dışındaki dinlerin yaygın olduğu ülkelerde demokrasinin gelişiminin Batıdakinden farklı özelliklere sahip olabileceği” tezidir. Gerçekten bu tez, bugüne kadar (olumlu veya olumsuz) tam olarak kanıtlanabilmiş değildir; sosyal ve ekonomik olarak geliştirilmeyi ve denenmeyi hak etmektedir.

Neler Oluyor?
Tunus’tan Mısır’a, Lübnan’dan Ürdün’e, Türkiye’den Avrupa’ya İslam dünyası ve dünya uygarlığı yeni bir süreç yaşıyor. Müslümanların Arap Yarımadası’ndan çıkıp dünyaya yayıldıkları, Hıristiyanların Müslümanları ve Türkleri yok etmek için Haçlı Seferleri ile yola çıktıkları çağlardan bu yana yeni bir dönem yaşıyoruz. Huntington’ın dediği gibi; bir uygarlıklar çatışması mı yoksa farklı bir demokratik dönüşüm mü ya da BOP adı verilen projenin bir parçası mı yoksa İslami devrim ihracı mı; bunun açığa çıkması uzun zaman almayacak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder