17 Şubat 2011 Perşembe

Kent, Yaşam Çevresi ve Kentsel Gerginlik

Kent, Yaşam Çevresi ve Kentsel Gerginlik

Gürcan Banger

Dünya’da çevreci akımın baskın bir faktör olarak kendini ortaya koyması 1980’li yılların başıdır. Çevrecilik, özellikle sanayi işletmelerinin ve elektrik santrallerinin çevreyi kirletmesi üzerine kurgulanmış tepki ile kendini gösterdi. Ardından doğal yaşamın yok edilmesine yönelik tepkiler buna eklemlendi.

1995’lere kadar olan dönemde çevrecilik, siyaseti de içine almak üzere bir heyecan dalgası halinde ülkeler esasında yayıldı. Ülkemizdeki çevre ve doğa koruma örgütlerinin pek çoğunun kuruluşu bu 15 yıllık döneme denk düşer.

Yerel kimlikler
1990’lı yıllarda tüm Dünya’da olduğu gibi ulusal ve yerel düzeyde de kültürel kimlikler daha fazla önce çıkmaya başladı. Bu dönemde yerel tarih, yerel kültür üzerine yapılan çalışmalar arttı. Bu yönde çalışmalar yapan sivil gruplar ve sivil toplum kuruluşları oluşmaya başladı.

Bu gelişmede 1980 sonrasında kentlerin turizme yönelmelerinin de etkisi oldu. Yeni kaynak arayışlarına giren yerel otoriteler, yerel turizmin değişik türlerini yeni ve sonsuz gelir kaynakları olarak algılamaya başladılar. Böylece yerel ve etnik özellikler, söz konusu yörede var olmuş eski uygarlıklar hatırlanmaya başladı. Kentler ve bölgeler arasında oluşan rekabet, yerel tarihe, arkeolojiye ve etnografyaya olan ilgiyi daha da canlı hale getirdi.

1980 sonrasında yer alan gelişmelerden birisi de bilişim ve iletişim teknolojilerindeki olağanüstü gelişmeler oldu. Bilimsel ve teknolojik ilerlemeler sayesinde Dünya küçülürken bir yandan da kültürler birbiri içinde eriyerek aynılaşmaya başladı. Büyük devletler ve dev tekeller, kendi belirledikleri kültür modelini ve ürünlerini Dünya çapında yaymaya başladıklarında insanlar kendi kültürel kimliklerini koruyabilmek için yerel kimliklerine sıkıca sarıldılar. Böylece yerellik, Dünya ölçeğinde bir yönelim oldu. Sonuçta kent turizmi, yerel tarih grupları, yerel arkeoloji toplulukları, yerel kültür projeleri hızla yaygınlaştı.

Küreselleşme, yerellik ve kent
Küreselleşmiş egemen kültürün saldırıları karşısında yerellik ne kadar dayanabilir? Doğrusu, yerelliğin küreselleşmenin yok edici saldırısı karşısında çok etkili olabileceği konusunda emin değilim. Ama aynı üniformayı giymiş askerlere benzememenin yolu yine yerel değerleri korumaktan ve savunmaktan geçiyor.

Sadece küreselleşmeye bağlamamak lazım aynılaşmayı. Kentlerin giderek birbirine benzer hale gelmesinde, kentin yaşamda ve görünümde aynılaşmasında gelenekten uzaklaşmanın da etkileri var. Bazen çağdaş mimari denen şeyin içinde yaşadığımız bir ucubeler müzesi olduğunu düşünüyorum.

Kentin merkezini hayal edin. Bu kenti, diğer kentlerden ayırt eden özellikler olup olmadığını düşünün. Eskişehir boyutunda kentlerin pek de birbirinden farkları olmadığını fark edeceksiniz. Ve giderek kaybolan geleneksel yerleşim bölgelerimizi dolaştığınızda hepsinin kendine özgü nitelikleri ve yaşam biçimleri olduğunu şaşırarak göreceksiniz.

Aynılaştırıyoruz, monotonlaştırıyoruz, sevimsizleştiriyoruz, kentleri yaşanamaz hale getiriyoruz. İşin kötüsü, bunu da çağdaşlık adına yapıyoruz. Dün Anadolu-Türk mimarisi veya geleneksel halk mimarisi adı her ne ise o farklıydı, özgündü ve muhtemelen daha güzeldi. Bugün ise çağdaş konutlar dediğimiz ucubeler müzesinde yaşamaya çalışıyoruz.

Kentsel gerginlik
Beden sağlığımızı korumak için özen gösterdiğimiz bazı konular var. Yediğimizin besleyici olmasına, giydiğimizin bizi olumsuz iklim koşullarından korumasına dikkat ederiz. Hastalandığımızda doktora, hastaneye veya sağlık ocağına gideriz. Doktorların, uzmanların verdikleri ilaçları kullanır, onların yaşamsal öğütlerini yerine getirmeye çalışırız. Tüm bu çabalar, beden sağlığımızı korumak, sağlıklı bir bedensel yaşamın sürekliliğini sağlamak içindir.

Bireylerin beden sağlıklarının korunmasını sağlamak ve rahatsızlıklarının giderilmesinde yardımcı olmak üzere pek çok örgütlenme vardır. Hastaneler, sağlık ocakları bu amaçla kurulmuşlardır. Tıbbın özel sektörü olarak çalışan doktorlar muayenehanelerinde görev yaparlar. Kamu veya özel, tıp sektörünün hemşire, ebe, laborant gibi çok sayıda yardımcı insan kaynağı da vardır.

İnsanlar, son yüzyıla kadar öncelikle Dünya’da ve uzayda fiziksel olanları merak etmişlerdir. Fiziksel olanın dışındaki tüm konular din alanının ve madde ötesi anlamına gelen metafiziğin konusu olmuştur. Ancak 19’uncu yüzyılın ortalarından sonra insanın beyinsel faaliyetleri, ruh dünyası, kısaca psikolojisi merak edilmeye başlanmıştır. Özetle; insanın kendisini merak edip araştırması oldukça yenidir.

Dünya tarihinde insanların sağlığını tehdit eden bazı veba, çiçek, tifo, kolera gibi hastalık salgınları olmuştur. Bu salgınlardan alınan derslerle konuya dikkat çeken popüler çalışmalar yapılmış, salgınların tekrar etmemesi için aşı kampanyaları düzenlenmiştir. Çevre sağlığı ve hijyen kavramlarında ve bunlara ilişkin uygulamalarda ciddi gelişmeler olmuştur.

Kentin ruh hali
İnsanın ve toplumun beden sağlığı konusunda bu denli örgütlenmiş olan sağlık sisteminin yine bireyin ve özellikle toplumun ruh sağlığı konusunda yeterince örgütlenememiş olmasının nedeni nedir? Toplumun ruh sağlığı, en az beden sağlığı kadar önemli değil midir? Ruhen sağlıklı bir görünüm vermeyen bir toplumun bireylerini tek tek kişiler olarak sağlıklı sayabilir miyiz?

Eğer kentteki mobilyaları ve sokak eserlerini kırmayı zevk haline getiren insanlar varsa o zaman elimizde bir ipucu var demektir. Benzer biçimde parklardaki kent mobilyalarının tahrip edilmesini de örnekleyebiliriz. Kentin yeşillenmesine ve soluk almasına katkı koyan ağaçların ve fidanların yolunup kırılmasını ruh sağlığı yerinde insanların yaptığını düşünebilir miyiz? Kenti çöp deposu haline dönüştüren, yediği gıdaların çöpünü rahatça cadde ortasına savuran, sokakta içki içen ve içtiği içkinin şişesini kırıp sokak ortasına atan, arabasının izmarit kutusunu sokağa boşaltan kişilerin sağlıklı olduğunu söyleyebilir miyiz? Arabaların boyalarını çizen, yerlere tüküren veya sigaranın izmaritini rastgele sağa sola savuran bireylerin ruhsal sağlıkları ile ilgili bir sorunları yok mudur?

Bir siyasal partinin kongresinde yumruklaşarak ve sandalyeleri birbirinin kafasında kırarak sorunlarını çözmeye çalışan, spor rekabetini döner bıçaklı bir savaş haline dönüştüren bir zihniyet sağlıklı sayılabilir mi? Toplumun genç kesimi arasında tiner, hap vb gibi bağımlılık yapan madde kullanımının artması sağlık göstergesi midir?

Bir kentte yaşayan halkın ruhsal sağlığı en az bireylerin bedensel sağlığı kadar önemlidir. Kentte yaşayan halkın ruhsal sağlığının korunmasından, oluşan hastalıkların tedavisinden sorumlu olanlar kimlerdir? Bu amaçla gerçekleştirilmiş örgütlenmeler var mıdır? Varsa ne tür çalışmalar yürütmektedir? Yoksa toplumun ruh sağlığının korumasız ve takipsiz bırakılması hangi akla hizmettir? Bir ruhsal deprem, bir sosyal patlama beklemek zorunda mıyız?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder