25 Şubat 2011 Cuma

Kayıt Dışılık, Yasa Dışılık ve Kent

Kayıt Dışılık, Yasa Dışılık ve Kent

Gürcan Banger

Daha okula gittiğimiz ilk yıllarda vergi vermenin kaçınılmaz bir yurttaşlık ödevi olduğunu öğrendik. Ama neden düzenli ve görece yüksek vergi verenlerin biteviye denetlendiğini, vergi kaydı bile olmayanların ise neden izlenmediğini öğrenemedik hala. Yöneticiler, denetim konusunda yurttaşlık görevini yerine getirmede zaten istekli olanlara uyguladıkları denetim baskısını, ne yazık ki kentin yasadışı unsurlarına uygulamıyorlar.

Yasa ışı, kayıt dışı
Yasadışı kent, ilkokulda yurttaşlık dersinde okuduğumuz kurallara uygun olmayan kent unsurlarıdır. Bunların arasında kayıtdışı ekonomik ilişkilerin özel bir yeri var.

Kayıtdışı ekonomik ilişkilere örnekler ararsanız; mali kaydı olmadan ticaret yapmak veya yapılmasına aracı olmak bunların başında gelir. Bir sosyal güvenlik kurumuna bağlı olmadan çalışan insanların durumu da kayıtdışı ekonomi, bir başka deyişle yasadışı kent kavramı içine girer. Mafya tipi ilişkiler ise kayıtdışının sadece bir başka görünümüdür. Ekonominin yasadışı olan tüm bu bölümlerine marjinal sektör, kayıtdışı sektör veya informel sektör dendiğini duymuşsunuzdur.

Ekonomik ve sosyal gelişmesinde değişik türden sorunlar olan bazı ülkelerde kamu yöneticileri ile kayıtdışı ekonomi arasında tespiti pek de kolay olmayan ilişkiler gelişir. Adam kayırma, rüşvet, kendi yakınlarına kamu kaynaklarını talan ettirme gibi eylemler, kayıtdışının kamu ile iç içe geçmişliğini gösteren sadece birkaç örnektir.

Bir seçenek söyleyiş olarak informel ekonomi de diyebileceğimiz kayıtdışılık, azgelişmiş ülkelerde ülke ekonomisinin yaklaşık yüzde 50’sine ulaşabilmektedir. Gelişmiş ülkelerde ise ayrı bir ekonomik sektöre veya kent mekânlarında yerine getirilen ayrı bir kayıt dışı sosyal ilişkiler ağına denk düşmektedir. Türü ve niceliği ne olursa olsun, kayıtdışılığın bir diğer bağlantısının güncel siyaset olduğu kolayca bilinir.

Özetle; kentteki kayıtdışılığın boyutları, o kentin vizyonunun ve dolayısıyla o kentin geleceğinin belirlenmesinde son derece etkili olur. Kayıt dışına geçit verdikçe kenti yasadışılığa biraz daha itmiş oluyoruz.

Göç ve değişim
Genelde yasa dışı kent olarak özetlediğim kayıt dışı kent ekonomisi ve mekân olarak kent ilişkilerine baktığımızda tanıdık tespitler görüyoruz. Bunların bazıları, yasa dışılığın nedenlerini oluştururken, kimileri sonuç olarak ortaya çıkıyor. Pek çok sosyal ve ekonomik olayda olduğu gibi, sonuçlar daha sonraki olayların nedenleri arasında yer alıyor.

Önemli olan, herhangi bir anda kentin zaman kesitini aldığınızda, yasadışı kenti oluşturan gerçek nedenleri, görünür nedenlerden ayırabilmek. Tabii ki, devamında kaynak sorunların üzerine giderek yasa dışılığı yok edebilmek.

Artık kayıt dışı ekonominin ana kaynağının, sosyal göç olduğu konusunda kimsenin kuşkusu kalmadı, sanırım. Kırdan kente, Doğu’dan Batı’ya, karadan denize, azgelişmişten çok gelişmişe doğru oluşan sosyal göç, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ülkenin birincil kaynak sorunları arasında yer aldı. Ne yazık ki, bu konuya müdahale etmesi gerekenler, oy derdi ile “kıllarını bile kıpırdatmadılar”.

Sosyal göç, ilerleyen yıllarda kendini ülkede açık ve gizli işsizlik olarak ifade etti. Göçle gelen yoksul insanlar, kendilerine kent sokaklarında yeni bir ekonomik yaşam ürettiler. Bunların bazıları, işgal ettiklere kamu ve özel arazilere yaptıkları gecekondulara tapu alarak zenginleşme yolunda hayli mesafe aldılar. Şimdi o gecekonduların pek çoğunun yerinde çok katlı apartmanlar var. Sosyal göçmenlerin bazılarını ise Kurtlar Vadisi türünde TV dizilerinde mafya tiplemeleriyle hatırlamaya devam ediyoruz. Ve tabii ki, iş bu kadarla kalmadı; yıllarca kandırılarak, yanıltılarak oyları değişik siyasi partilere aktarılan göçmenler, sonunda kendileri siyasetin içinde yer alarak siyasal erke ortak oldular. 1990’lara gelindiğinde kır, kenti teslim aldı.

Bugün sosyal ve ekonomik kurumların pek çoğunda yer alan eksiklik, zayıflık ve geriye gidişin altında göç sosyal gerçeğinin olduğundan hiç kuşkumuz olmaması gerek.

Böyle olmayabilirdi. Batı’da gerçekleştiği gibi ilerletici bir sosyal durum oluşması için ülke sanayisinin kırdan gelen göçü emmesi gerekirdi. Ama ne yazık ki, göçün başladığı ve yoğunlaştığı yıllarda ülke sanayisi gerekli olgunlukta değildi. Eğer olsaydı; Almanya’da, Hollanda’da, Belçika’da veya Fransa’da gördüğümüz yabancı göçmen görünümünün ülkede de oluşması gerekirdi. Avrupa ekonomisi, göç eden kırın yoksul insanlarını dönüştürdü ve kendine yeni türden bir kentli yurttaş tipi yarattı. Bizim kentlerimiz bunu yaratamadı.

Avrupa’da yaşayan Türklerin, eskiden olduğu gibi yoğun biçimde Türkiye’ye gelmedikleri, döviz transfer etmediklerinden söz ve şikâyet ediliyor. Bunun nedeni, basit. Çünkü onlar artık Avrupalı oldular. Yaşam biçimlerini de Avrupalılarınkine uydurdular. Dün dündü, bugün ise bir başka gün.

Bugün kentlerimize göz attığımızda işgücünün, üç ayrı kesimde (sanayi, ticaret ve hizmetler olarak) tasnif edildiğini görüyoruz. Sanayi sonrası toplum olarak tanımlanan bilgi toplumunun özellikleri arasında hizmetler kesiminin yüzde 60’ları geçen büyüklüğü dikkati çeker. İlginç bir biçimde bizim kentlerimizde görünen durum da budur. Ama ne yazık ki, hizmetler kesiminin bu büyüklüğü, bilgi toplumu aşamasına geçtiğimizden değil, sosyal göçle gelen insanların hizmetler kesimini gizli işsiz olarak şişirmelerindendir. Sosyal göç ve bunun kentteki etkileri bugün de sürüyor.

İşsizlik
Kentte açık ve gizli işsizliğin yüksek oranlarda olması bir yana; formel “yasa içi” iş alanlarındaki ücretlerin cazibesini yitirmesi ile kayıt dışı iş alanları yeni çekim merkezleri haline geldi. Göç sonrasında hemşeri-hısım-akraba ilişkileri ağında yerlerini alabilen göçmenler, daha yüksek gelir tabakalarına geçebilmek gerekli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Balkan ülkelerinden birisine yaptığım seyahat sırasında devletin mafyaya karşı zora dayanan bir savaş açtığını, çok sayıda mafya şef ve üyesinin yok edildiğini öğrenmiştim. Daha sonraki değerlendirmelerde bürokrasi ve mafyanın entegrasyonunundan söz eden tartışmalar dinlemiştim. Bir anlamda bürokrasi mafyalaşarak devletin gücünün başka mafya unsurları tarafından kullanılmasına izin vermiyordu.

Kentteki kayıt dışı / informel ekonomik ilişkilerde de benzer gelişmeler oluyor. Göçün ilk aşamalarında kayıt dışı sektörlerde iş yapmak kolay iken (kayıt dışı iş alanlarına giriş-çıkış kolaylığı varken) sonraki dönemlerde bu, mümkün olmuyor. Daha önce informel sektöre girenler, elde ettikleri rantı paylaşmak istemediklerinden yeni girişlere izin vermiyorlar. Bu konuda bazı işlerin sadece belli bölge, yöre veya illerden göç etmiş kişiler tarafından yapılması tespiti doğrulamaktadır.

Ülkemizdeki göçü tanımlarken bir noktaya dikkat etmek gerekir. Batı’da endüstrileşme sürecinde sanayi, tarım işçisini talep etmiştir. Bir anlamda kent, kır işçisini kendine çekmiş ve kentli olarak dönüştürmüştür. Bizim durumumuzda ise kır, insanları kente itiyor. Bu nedenle sıklıkla belirttiğim gibi; kentin sorunlarını çözmek isteyen anlayış, öncelikle ve kaçınılmaz biçimde kırın sorunlarını çözmek zorundadır.

Bitirirken
Her kentte değişik fonksiyonları yerine getiren kamu birimleri var. Ama sanırım, kente bir bütün olarak bakabilecek bir mekanizma yok. Eğer bunu merkezi idarenin yerel temsilcileri olan üst düzey devlet memurları veya yerel yönetimlerin yüksek yöneticileri yapacaklarsa, bu bakışı bugüne kadar gerçekleştiremedikleri ortada. Kamu yönetimi, kenti bir bütün olarak algılayamıyor, bu nedenle bütünsel çözümler de geliştiremiyor.

Kentteki kamusal yönetim, orman yerine tek tek ağaçları görmeye devam ettiği sürece kentin boşluklarında, karanlık köşelerinde yasa dışılık yaşamaya devam edecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder