3 Mart 2011 Perşembe

Haset veya Çekemezlik ya da Kıskançlık

Haset veya Çekemezlik ya da Kıskançlık

Gürcan Banger

Haset, çekemezlik veya kıskançlık neredeyse aynı anlama sahip sözcükler… Duruma göre birini ya da diğerini kullanıyoruz. Bu konuda bana en ilginç gelen yan ise kıskançlık yapanın (haset edenin), karşısındaki aynı şeyle suçlaması… Özellikle makam ve ikbal derdinde olanlarda bu durumu sıkça görüyoruz. Sakın çıkarlarına ve beklentilerine karışmayın; ayaklarına basılmış gibi koro halinde yaygaraya başlarlar.

Haset veya kıskançlık olgusu insanlık tarihi kadar eski… Ama diğer yandan bugün kadar da yeni… Literatürde bir gezinti yaptığımızda bu konudaki nitelikli tartışmaları görmek mümkün… ABD’li yazar Archibald Rutledge kıskanç insanı tanımlarken sert bir tarza sahiptir: “Kıskanç insan, başkalarını küçük düşürmek isteğiyle kendini gözden düşüren bir zavallıdır.” Ama hasedin yarattığı tutku öylesine güçlüdür ki, kişinin bu durumu objektif olarak algılaması hiç de kolay değildir. Kıskançlık, tedavisi pek kolay olmayan bir tür körlüktür.

Ünlü destan Kelile Dimne’nin yazarı Hintli düşünür Beydaba şöyle der: “İnsanların en alçağı, başkasının kazandığı ilgi ve sevgiyi çekemeyendir.” Anlaşılacağı üzere kıskançlık, ruhun hastalıklarından birisidir. Haset, önlem alınması unutulmuş güve gibidir. İçin için hem kıskançlık yapanı hem de muhatabını bitirir.

17’nci yüzyılda yaşamış olan ünlü Fransız ahlâkçısı La Rochefoucauld, pek konuda olduğu gibi haset ve kıskançlık üzerine olan özdeyişleri ile de tanınır. Örneğin kıskançlık ve daha tehlikeli bulduğu hasedi ayırarak şunları söyler: “Kıskançlık, bir bakıma yerinde ve makul bir şeydir. Çünkü bizim olan veya bizim olduğunu sandığımız bir şeyi koruma arzusundan başka bir amacı yoktur. Halbuki haset, başkalarının iyiliğine tahammül edemeyen bir kudurganlıktır.” Sanırım; ünlü ahlakçı, kıskançlık ve haset arasındaki önemli bir ayırımı yakalamış bu tespitinde.

Hasedin kıskançlığı aşmış olması, yine de kıskançlık tezahürlerini tamamen anlayışla karşılamamızı gerektirmez. Sadece kıskançlığın, hasede oranla daha anlaşılabilir olduğunu ifade eder.

La Rochefoucauld, kıskançlığı sevgiye bağlar. Onun devam edegelen sonuçlarından birisi olduğunu söyler. Ama sevgiyi, sürekliliğini ve kıskançlığı birbirine şu sözlerle bağlaması anlamlıdır: “Kıskançlık, daima sevgiyle beraber doğar. Fakat her zaman sevgi öldükten sonra ölmez.” Yaşamın görünümlerine dikkatlice göz attığımızda, kimi örneklerde sevgi sonrasında kıskançlığın (daha ağır ve gayri ahlâkî olan) hasede dönüştüğünü de izleyebiliriz.

Belki kıskançlık, bir sevgi ifadesi olması açısından anlamlı bulunabilir. Bana sorarsanız; hasedin, kötü ruhun ve karakterin ifadesi olmaktan ötesi başka açıklaması olamaz.

Tasavvuf dünyasının büyük düşünürü ve şairi Mevlâna Celaleddin-i Rumi, “Bir mum diğeri tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez” der. Sanırım; bilginin, görgünün ve deneyimin paylaşımı bundan daha zarif anlatılamaz.

Mevlâna’nın bu hoş yaklaşımını kime ifade etsek, katıldığını söyleyeceğine kuşku yoktur. Paylaşımın yüce bir davranış olduğunu hemen herkes kabul eder. Ama herkesin gerçek anlamda paylaşımcı davrandığını söylemek zordur. İşin aslı şudur. Pek çok durumda söz ile aynı değildir. İş söze geldiğinde mangalda kül bırakılmaz; ama paylaşımın yerini kıskançlık ve çekememezliğin aldığı örnek o denli çoktur ki… Muhtemelen yaşamın aynasında kendi gerçek yüzümüzü görmekte zorlanıyoruz.

Gerçek yaşamda kim olduğumuz ile kendimizi kim sandığımız konusundaki kanaatlerimiz birbirine karışıyor. Zihnimizde kendimize bir sanal kimlik çizip bunu dillendirirken, “Madem bende yok, onda da olmasın” misali kıskançlık ve hasedi biteviye yeniden üretmeye devam ediyoruz.

Tek bir olaydan kural çıkmaz. Bir nedenle kıskanç durumuna düşmüş olabilirsiniz. İyi anlaşılmadığınız bir ortamda hasetlik ürettiğiniz düşünülmüş olabilir. Ama sosyal yaşamda biteviye dışlanıyorsanız veya yaşamınızla genelde kötü bir imaj oluşturmuş iseniz, o zaman hatanın kendinizde olduğunu düşünmeye başlamalısınız. Arkadaşlarınız, dostlarınız veya birlikte iş yaptığınız insanların sizinle aralarına mesafe koymalarında, sizden kaynaklanan nedenler olması şiddetle muhtemeldir. Kişinin bu konuda kendi kötü huylarını düzeltmesinin gereğini Amerikalı şair Archibald Rutledge güzel ifade eder: “Kıskanç insan, başkalarını küçük düşürmek isteğiyle, kendini gözden düşüren zavallıdır.”

Paylaşım, sadece bilgiyi veya mevcut maddiyatı paylaşmak değildir. Toplumun veya çevrenin gelişmesi, bir bireyin gelişmesi ve başarılı olması için yapılan destek bir paylaşım türüdür. Gerçekleşmiş bir başarının takdiri de paylaşımdır. Kıskançlık ve çekememezlikle desteklememek ve takdir etmemek, paylaşım becerilerinin gelişmesini engeller; korku, yalnızlık ve güvensizlik üretir.

Kıskançlık, bireyin ahlakî değerlerini aşındırır; kişi, farkında olmadan etik çerçevesini yitirir. Bu süreçte paylaşım azalırken gerginlikler ve düşmanlıklar artmaya başlar. Çevreyle geçimsizlik had safhaya varır. Çevredeki bireylerin başarıları sürekli rahatsızlık yaratırken, kişide başarıları küçümseme, azımsama ve karalama gibi davranışlar içeren bir model gelişir. Kıskançlık ve çekememezlik, kimi zaman destek gerektiren bir ruhsal bozukluğun sonucu olarak ortaya çıkarken, her durumda ruhsal arızayı destekleyen unsurlar arasında yer alır. Servet-i Fünun Edebiyatı’nın üç önemli isminden birisi olan ve gelenekçilerin en sık saldırısına uğrayan Cenap Şahabeddin kıskançlık ve çekememezliğin kişiyi nasıl olumsuz etkilediğini, “Haset, başkasının balını kendine zehir etmektir” şeklinde anlatır. Çekememezliğin bir kısır döngü olduğunu ifade ederken “Hasedin karnı doymaz, cebi dolmaz, ağrısı dinmez” der.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder