16 Mart 2011 Çarşamba

Tarih ve İletişim

Tarih ve İletişim

Gürcan Banger

Küçük yaşlarda dersleri öğretmenlerle seviyoruz. Nitelikli ve sevecen bir öğretmenin dersi de aklımızda sıcak anılarla kalıyor. Hatta meslek edinmemizde bile böylesi öğretmenlerin etkisi oluyor. Muhtemelen yitirmiş olduğum tarih öğretmenlerimin arkasından konuşmak istemem; ama o yıllarda tarih dersini bir ezber dersi olarak tanımamda yanlış giden bir şeyler olduğu da gerçek.

Şimdi o okul yıllarımdaki gibi düşünmüyorum. Tarihe olan ilgim, geçen yıllarla birlikte gelişti. Özellikle yerel tarih konusunda ciddi bir bilince sahip olmaya başladığımı düşünüyorum. Önemli bulduğum bilim insanlarından birisi olan Prof Dr. İlber Ortaylı, “Tarih, bizim kör noktamız” diyor. Gerçekten bu konuda çok haklı… Yıllar önce beni yanlış kanılarla kendinden uzaklaştıran tarih, bugün yakınına çağırıyor. Bugün onu daha iyi öğrenmeye, daha iyi anlamaya çalışıyorum. Bu toplumu dönüştürmek için bu tarihi çok daha iyi bilmek ve anlamak gerektiğine inanıyorum.

Bizimki gibi bir ülkede ideolojik ve siyasi zorlamalar arasında tarihin gerçeğini bulmak kolay değil. Herşeye kuşkuyla baktığınızda da ayağınız yere değmiyor. Uyanıklık ve farkındalık gerekiyor doğruyu yakalayabilmek için. Hatta zaman zaman insanın kendisine bile taraf olmaması gerekiyor.

Yerel tarihi, bu ülkenin ve toplumun genel tarihinden söküp ayırmak mümkün değil. Her şey yoğun biçimde içiçe. Ama gene de yerel tarih daha fazla ilgimi çekiyor. Bunu, postmodern salgına yakalandığım biçiminde yorumlayanlar olabilir. Bildiğiniz gibi; son 35-40 yılda insanlar, altkimliklerini hatırlayıp önemser oldular.

Tarih, bir ölü geçmiş değildir, bugün yaşayan onun çiçekleridir. Bu nedenle bugünü anlamak isteyen, öncelikle dünü anlamalıdır. Her gün yaşam yeniden kurulur ama unutmayalım ki, daima dünün temelleri üzerine. Bugün geleneğe, ulusal ve toplumsal değerlere bakışımızdaki anlamsızlaşmayı, tarihe ve geleneğe bakışımızdaki yozlaşmadan ayrı düşünemeyiz. Tarihin tahrif edildiği, tarih öğretiminin sulandırıldığı tüm dönemlerde değerler ve anlamlar da yozlaşmıştır.

Tarihi ve geleneği sevmek, ona tapınmak olmamalı. Geçmişe tapınmanın, ona sevgi veya saygı ile karıştırıldığı pekçok örnek bulabilirsiniz. Geçmişin doğru kavranarak sağlıklı bir geleceğe oturtulması, ona olan doğru duygu ve düşüncelerle yaklaşarak gerçekleşebilir.

Tarihle geleceği bir arada düşünebilmek, doğru bir dünya kurabilmek için zorunludur. Tarihi ve geleneği öğrenmeye ne zaman başlasak geç kalmış sayılmayız. Tarihi bilmemenin ve öğrenmemenin gerekçesi, kötü okullar ile bilinçsiz ve fanatik öğreticiler olmamalı. Bir de; cehaletle geçmişe özenenler tabi…

İletişim
İletişim, “duygu, düşünce veya bilgilerin mümkün olan her türlü yolla başkalarına aktarılması” demektir. “Nedir iletişim araçları?” desek, “az okur - az yazar” olanlarımız bile bunların arasında gazeteyi sayar. Gazetede yazı yazan insanlar, bu iletişim aracını kullanarak düşünce, görüş ve bilgilerini diğer insanlara aktarırlar. Gazeteci, muhabir veya köşe yazarı olan kişi yazar, okuyucu da okur. Bu nedenle bu iletişim kanalının daima gazete yazarından okuyucuya doğru işlediği gibi bir yanılsamaya düşeriz. Gerçekte okuyucunun yazarı okuması, onun görüşlerini öğrenmesi, bu tür iletişimin sadece bir yönüdür. Diğer yönü ise okuyucunun yazara tepki vermesidir. Yazar için bu kanalın en ilginç yanı da budur kanımca…

Gazete gibi geniş insan topluluklarına hitap eden bir organda yer aldığınızda; ilk günler, sizin için yazdıklarınız hakkında ne düşünüleceğini merak ettiğiniz heyecanlı zamanlardır. Ya tepki gelir ya da gelmez… Gelmezse bir süre bunun nedenini merak edersiniz; ama zamanla günün hayhuyu içinde bu merakınız törpülenir gider.

Birkaç tür okur vardır. Bazıları, yazının başlığındaki isminizden ve varsa resminizden sizi tanır bilir. Muhtemelen sizi önceden tanıdığından, bir vesile ile karşılaştığınızda gazetede yazmakta olduğunuzu bildiğini ifade eder. Ama siz, bu okurun sizi okuyup okumadığını bilemezsiniz. Okuma yazma oranının bizimki gibi düşük olduğu toplumlarda muhtemelen okumuyordur da. Bir gazete yazarıysanız eğer, bu tanıdığınızın sözlerini sizi tanımaktan gurur duyduğu anlamına yorumlayın. Ona dün veya bugün yazdıklarınız konusunda fikrini sormayın; muhtemelen okumadığı için karşılıklı mahcup olabilirsiniz.

İyi ve dikkatli okuyucunun önemli bir bölümü sessizdir. Gazeteye gelmez, sizi telefonla aramaz, olumlu veya olumsuz görüş bildirmez. Bu da sizin talihsizliğinizdir. Sanırım, bir yazarın en çok ihtiyaç duyduğu okuyucu görüşleri, bu kesim insanlara aittir. Erişilebilse bu görüşler, yazarın gelişmesinde önemli bir yer tutar. Ama doğrusu her yazar gibi ben de okuyucu tepkilerini almaktan mutlu olurum. Benim gibi yazmayı bir geçim değil; ama bir yaşam biçimi olarak algılayan pek çok kişi için de durum böyle olmalı.

İlgili bir okuyucunun bir yazara katabileceği çok fazla katkı olduğuna eminim. Yazarla okuyucunun ilişkisini, üniversitede ders verdiğim sıralardaki öğretmenliğime benzetiyorum. Öğrenciler “Bize ne çok şey öğretiyorsunuz” dediklerinde ben de onlara “Ben, sizden size öğrettiğimden fazlasını öğreniyorum” derdim. Hala da bu görüşteyim. Gazetede yazdığım köşe yazılarının anlamı da bu, benim için. Yazıyorum ve okuyucular bana yazdıklarımdan fazlasını öğretiyorlar. Onlarla tanışmak ve görüşmek, her zaman ufkumun açılmasına, yeni ve farklı görüş açıları geliştirebilmeme yardımcı oluyor.

Bir okurdan bir e-posta almak, telefon aracılığı ile onun görüşlerini dinlemek, bilgilenmeniz amacıyla elindeki belge ve dokümanları sizinle paylaşması, karşılıklı konuşmada görüşlerini ifade etmesi keyifli bir yazı yazmanın yanında iyi bir dost kazanmanın da tadına vardırıyor sizi. Sözün kısası; iletişimi öğrenmeye devam ediyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder