18 Mart 2011 Cuma

Rekabet, Ar-Ge ve Siyaset

Rekabet, Ar-Ge ve Siyaset

Gürcan Banger

Araştırma ve geliştirme kavramının kısa ifadesi olan ar-ge, yaşadığımız bilgi toplumunun önemli olgularından birisi. Sözcük, bir araştırma ve geliştirme ruhu yanında, örgütlerin bu yönünün geliştirilmesi amacıyla yapılmış yatırımları da ifade ediyor. Ar-ge kavramı, toplum ve devletten başlayıp ekonomik faaliyette bulunan firmalara ve sivil toplum kuruluşlarına kadar çok geniş bir tayfı içine alıyor. Son çeyrek yüzyılda teknolojideki önemli gelişmeler ar-genin önemini artırdı. Bu nedenle ar-ge kavramı, neredeyse günlük yaşamın unsurlarından birisi haline geldi.

Diğer yandan; bilişim ve iletişimde oluşan yüksek ivmeli gelişim sayesinde toplumsal aktörler arasındaki rekabet de son derece yüksek tempolara ve hacimlere ulaştı. Siyasal rekabet yanında sınai ve ticari firmaların birbirilerini dikkate alan koşusu neredeyse bir spor yarışması haline dönüştü. Özetle; ar-ge gibi rekabet de her gün artan oranda günlük iş ve sosyal yaşamımızın bir parçası olmaya devam ediyor.

İster bir firma ister bir sosyal örgüt açısından bakın; rekabet ve ar-ge arasında çok yakın bir ilgi olduğuna hiç kuşku yok. Yönetim uzmanları, bir kuruluşun kendi pazarındaki rekabet gücünü artırabilmesi için ar-ge yetenek ve kapasitesini artırması gereğinden söz ediyorlar.

Rekabet ve ar-ge arasındaki ilişkinin, bir anlamda yumurta-tavuk ilişkisine benzediği de unutulmamalı. Örneğin bir ekonomide pazarın rekabet koşullarında iyileştirmeler sağlanmadan o ekonomideki ar-ge ortamının gelişmeyeceği bir gerçektir. Çünkü ar-ge, uzun vadede dolaylı getirilerine rağmen masraflar bölümüne yazılan bir kalemdir. Özellikle kayıtdışı ekonominin yaygın olduğu durumlarda firmalar, rekabet şanslarını yükselen maliyetler nedeniyle yitirmemek için ar-ge yatırımlarına yönelmeyebilirler. Ar-ge yatırımlarındaki daralma ise toplumda ve ekonomide inovasyonun (yenilikçiliğin) güdük kalmasına neden olur. Pazarda rekabet koşullarının iyileştirilmesinin ve ar-ge faaliyetlerinin artırılmasının, ekonominin büyümesi ve istihdamın artırılması üzerinde olumlu katkıları olacağına hiç kuşku yok.

Rekabeti zora sokan unsurlar arasında çok ciddi bir sorun olan kayıtdışı ekonomi ile yeterli ölçüde mücadele etmeyen bir devlet yönetimi anlayışının, toplumda ve ekonomide yer alan aktörlerden ar-ge beklemeye de hakkı yok. Ülkenin bilimsel, teknolojik ve innovatif gelişiminin yolu, öncelikle kayıtdışı ile mücadele etmekten geçmektedir.

Özellikle ekonomide ar-ge etkinliklerinin artılmasının yollarından birisi, ekonomik işletmeler ile üniversitelerin etkileşimini ve birlikte iş yapma imkânlarını artırmaktır. Bu ortak platformlar için yaratıcı yol ve yöntemlere ihtiyacımız var. Bugüne kadar örneklerini gördüğümüz kuruluşlar arası protokollerin veya teknopark denemelerinin istenen ölçüde başarılı olamadığı ortadadır.

Dünya’da ekonomik savaş, giderek keskinleşmektedir. Gelişmişlerle daha az gelişmişler arasındaki uçurumun büyümesi tehdidini biz de giderek daha yakından hissetmekteyiz. Yeni çağı yakalamanın araçlarından birisi, toplumda ve ekonomide temiz rekabet koşullarında ar-ge ruhunu hızla geliştirmektir.

Siyasette rekabet ve ar-ge
Eğer farkında olmayı başarabilirsek yaşam, bize pek çok gerçeği öğretiyor. Bunu siyaset için de tekrar edebilirim. Dâhil olarak ya da dışarıdan izleyerek bazı siyasal partilerin neden başarılı oldukları, kimilerinin ise neden silinip yok oldukları konusunda ipuçlarını yakalayabiliriz.

Öncelikle; toplumda büyük etkiler yaratan sosyal göç olayından söz etmek gerekir. Kırdan kente göçün belli bir olgunluğa eriştiği bu dönemin getirdiği farklılıkları iyi okuyabilmek gerekir. 1970-1990 arasında kentin yeni göçmenleri olanlar, bugün ülke ve toplum şartlarına uygun biçimde kentlileştiler. Kentten, ekonomiden veya sosyal yaşamdan beklentileri ve yaşam biçimleri önemli ölçüde değişti. Bu durum, bugün kent nüfusunun büyük bölümünü oluşturan yeni kentlilere yönelik politikaların farklılaştırılmasını gerektiriyor. Önümüzdeki dönemde geleneksel içerik ve biçimlerle siyaset yapmanın alanı iyiden iyiye daralacak. Dolayısıyla siyasetçilerin acilen yeni yaklaşımlar üretmeleri gerekiyor.

Aynı nedenden dolayı eski siyasetçiler ve bürokratlar üzerine kurulmuş yeni siyasal oluşumlar, bir yandan geçmişin kişisel ve sosyal psikopatik sorunlarını yeni siyasete taşırken, diğer yandan yenileşmenin önünü de kesmiş oluyorlar. Bir başka deyişle; geçmişin cafcaflı bazı isimlerini yeni siyasal hareketlere taşımak yarar yerine zarar sağlıyor. Eğer siyasal partinin üst kadroları eski siyasetçiler ve bürokratlar ile doldurulursa, sonuçta komutanların çok, askerlerin az olduğu, yaş ortalaması yüksek ve atıl bir parti kadrosu oluşuyor.

Bizde siyaset alanının en az önem verilen alanlarının başında eğitim, kurumsallaşma ile araştırma ve geliştirme (ar-ge) gelir. Üyesi ya da yandaşı olunan partinin diğerlerine oranla hangi farklılıklara sahip olduğunu, partinin üst düzey yöneticileri bile iyi bilmezler. Partide paylaşılmış ve eğitimle yaygınlaştırılmış bir vizyon ve söylem birliği yoktur. Partinin en dinamik yandaşları bile parti söylemi konusunda had safhada bilgisizdirler.

Parti içinde ve dışında bir yarış ve rekabet olması, siyasetin doğasından kaynaklanır. Ama siyasal yarış; dedikodu, karalama ve haksız rekabet anlamına gelmez. Bir kuruluşta dedikodu türünde informel iletişimin engellenmesinin ilk ve vazgeçilmez yolu kurumsal bir yapı oluşturmaktır. Siyaset dünyamızı gözden geçirdiğimizde ise ne merkezde ne de yerel düzeylerde böyle yapılanmaların olmadığını görürüz. Dolayısıyla pek çok siyasal parti daha doğuşundan itibaren kan ve can kaybetmeye başlar.

Bizde ağzı biraz laf yapanın siyaset uygun olduğu gibi yanlış bir düşünce var. Hâlbuki siyaset, söylem ve örgütlenme gibi iki önemli boyutu olan ciddi bir kurum. Siyaseti söylem olarak bilmek yeterli olmadığı gibi sadece örgütlenme gereklerini yerine getirmek de kalıcılığı ve sürekliliği sağlamıyor.

“Bir partinin başarısı beni neden ilgilendirsin?” diyebilirsiniz. Öyle ya; kendi hata, zayıflık ve eksiklikleriyle bir parti başarısızlığa uğruyorsa bu, ona destek verenlerin dertleneceği bir konudur. Hayır; bu doğru değil. Her siyasal parti, toplum için bir umut olarak filizleniyor. Dolayısıyla her siyasal başarısızlık halkın yaşamından ve yaşam kaynaklarından bir bölümünü alıp götürüyor. Her başarısızlık, ekonomik ve sosyal yaşamdan kopup giden kaynaklar, fırsatlar ve umutlar anlamına geliyor. Bu nedenle ne biçimde yapılırsa yapılsın siyasetin kamusal bir yönü var. Siyaset alanına çıkan her aktörün bu gerçeğin farkında ve bilincinde olması gerekiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder