5 Ekim 2010 Salı

Bu Futbol Beni Sinirlendiriyor

Bu Futbol Beni Sinirlendiriyor

Gürcan Banger

Hafta sonları TV’den futbol izlemek için yayıncı kuruluşa benim gibi para ödeyen çok sayıda insan var. Yayıcı kuruluş da edindiği gelirin ciddi bir bölümünü dolaylı veya dolaysız olarak futbolla ilgili diğer kurum ve kuruluşlara ödüyor. Özetle; ortada dönen çok büyük bir parasal meblağ var. Bunu aklımızda tutarak konuya bir başka alandan yaklaşalım.

Diyelim ki; sinemaya gittiniz. İyi bir film için 10-15 TL para verdiniz. Bir de baktınız ki; sinemanın perdesi yırtık, salona duvardaki çatlaklarda ışık sızıyor ya da oturduğunuz koltuk arızalı. Bu durumda filmin iyi olması durumu kurtarır mı?

Diyelim ki; tiyatroya gittiniz. Salonda spot ışıkları düzgün çalışmıyor. Oyuncular sahne üzerinde yürürken zeminin bozukluğundan dolayı gacır gucur sesler çıkıyor ve rahatsız oluyorsunuz. Bu durumda oyunun ve oyuncuların iyi olması durumu kurtarır mı?

Kur-tar-maz. Sinemada da kurtarmaz, tiyatroda da… Ama benzer bir durumu stada veya TV başında izlerken de yaşıyoruz. Sn derece kötü zeminler üzerinde futbol izlemeye mahkûm ediliyoruz. Her vesile ile TV’lerde boy gösteren futbol yöneticileri, futbol alanlarının zeminlerinin iyileştirilmesi, sağlıklılaştırılması konusu gündeme geldiğinde ortalıkta görünmüyorlar. Futbol izlemek için stadyum gişesinde ya da kombine alırken ya da futbolun yayıncı kuruluşuna bu rezil sahaları izlemek için mi para ödüyoruz?

Toplumuzdaki futbol taraftarlığı, hâlâ ‘saf bir gönül bağlılığı’ olmaya devam ediyor; takımın taraftarı, onun ekonomik anlamda küçük çaplı sponsoru olmayı benimsemiyor. Taraftar sadece takımın parasal destekçisi olmuyor; aynı zamanda federasyonun ve futboldan geçimini sağlayan herkesin sponsoru oluyor. Parayı alırken son derece girişimci olanların futbol altyapısını düzene koymaya gelince gıkları çıkmıyor.

Tepemin atıklığı sadece futbol oynamaya uygun olmayan zeminlerle ilgili değil. Bir de yabancı oyuncu sayısı meselesi var. Şu an 6 + 2 + 2 şeklinde (6 yabancı sahada, 2 yabancı yedek kulübesinde, 2 yabancı oyuncu ise tribünde biçiminde) bir model uygulanıyor. Neredeyse her yıl takımda bulunabilen veya oynayabilen yabancı oyuncu sayısında değişiklik oldu. Pekâlâ; ülke futbolunun yabancı oyuncu sayısına orantılı bir gelişme gösterdiğini söyleyebilir miyiz? Hayır… Yabancı oyuncu sayısı artıkça işlerin hem maddi hem de oyun kalitesi olarak kötüye gittiğini görmemek için kör olmak lazım. İşte; Avrupa’da oynayan takımlarımızın hali, işte; futbol ulusal takımımızın hali…

Takımlarımız finansal yönden bir bataklığın içinde can çekişiyorlar. Diğer yandan dünyanın parasını vererek ünlü (veya ünlü olduğunu sandığımız) oyuncuları kulüplerimize transfer etmeye çalışıyoruz. Bu süreçte kimin parasını çarçur ettiğimiz aklımıza bile gelmiyor. Neden bu kadar parayı lüzumsuz yere harcadıklarını sorduğumuzda, oyuncunun transfer parasını forma satarak çıkaracaklarını söyleyen yönetici sayısı hiç de az değil… Sanki formaları Moskova’da, Paris’te, Londra’da ya da Manchester’de satıyorlar. Sonuçta o formaları da bu ülkenin insanları ülkenin kaynakları ile satın alıyorlar.

Diğer yandan taraftar, pahalı - ünlü yabancı ve yerli oyuncuları kendi takımında görmek istiyor. Yine aynı taraftar, maça bedava girebilmek için yönetim kurulunun kendisine bedava bilet vermesi beklentisi içinde.

‘Büyükçe’ kulüplerin diğerlerine göre daha zengin ve eli açık yönetim kurulları var. Ama bir ‘zenginler kulübü’ olmanın her zaman başarıyı beraberinde getirdiğini söyleyemeyiz. Pek çok para verip çok sayıda ünlü oyuncuyu takıma katan yönetimlerin, her zaman arzulanan başarıyı yakalayamadığını görüyoruz. Çünkü futbol yöneticiliği, özel bilgi birikimi ve deneyim gerektiriyor. Futbolu sevmek, futbolun yönetiminde başarılı olmak için yeterli bir kriter değil.

Futbol amatör bir zevk olmaktan uzaklaşıp bir meslek haline dönüştükçe başarı da oyuncuya verilen transfer ücretine, prime ve maaşa endeksli hale geliyor. Para varsa oyun var, yoksa yok. Paranın oyuncunun performansındaki yeri giderek ağırlaşıyor. Böyle olduğunda da daha ‘yoksul’ takımların başarılı olma şansı azalıyor. Eğer bugün ‘büyükçe’ takımları yenebilen ‘küçükçe’ takımlar varsa buradaki konu, (futbolumuzun ve liglerimizin ilerlemesinden değil) ‘büyükçe’ olanların beceriksizliklerinin de ‘büyükçe’ olmasından kaynaklanıyor.

Futbol emekçileri olan oyuncuların ve teknik çalıştırıcıların emeklerinin karşılığı olan bedeli almaları kadar doğal ne olabilir? Bu yönüyle bakıldığında; taraftarı bir hizmetin müşterisi, oyuncuyu da bu hizmetin satıcısı olarak görebiliriz. Bu durumda yöneticilere de organizatörlük görevi düşer. Bu iş sürecinde unutulmaması gereken konu, hizmetin kalitesi ve garantisi olmalıdır. Ne yazık ki, taraftarın ‘ucuz’ desteğine karşılık oyuncunun, çalıştırıcının ve yöneticinin sunduğu hizmet de kalitesiz ve garantisiz olmaktadır.

Beden eğitimi ve spor okullarında futbolun yönetimi de dâhil olmak üzere konunun değişik yönleri ile ilgili dersler var. Bu alanda futbol yönetimi konusunda bilimsel anlamda birikimli ve deneyimli öğretim üyeleri ve danışmanlar olduğuna da eminim. Ama doğrusu, bu tür eğitimlere talip olan bir futbol yönetim kurulu henüz duymadım. Para bulmak amacıyla şirketleşme derdine düşenler haricinde topyekûn kurumsallaşma çalışması yapan bir kulüp de bilmiyorum. Kesin olarak bildiğim şey, kulüpler arasındaki farkın sadece batmaktaki öncelik sıralarının değişik olduğu…

Özün kısası; bugünkü futbol beni sinirlendiriyor. Futbolun başındakiler biraz daha ‘gayret’ ederlerse, beni bütçemden futbolu çıkarmak zorunda bırakacaklar. Belki de o zaman ilk defa onlara hayır dua edeceğim.

1 yorum:

  1. DUYURU
    Bloglardan Seçmeler 24 Kasın 2010 günü ÖĞRETMENLER GÜNÜ özel sayısı olarak yayınlanacaktır.

    Katkı sağlamak isteyenler, öğretmenlerimizle ilgili her türlü yazı ya da başka çalışmalarını
    29 Ekim 2010 gününe kadar Bloglardan Seçmeler'e gönderebilirler.

    İlgi göstereceğinizi umuyorum.

    Sevgi ve saygılarımla

    Sabahattin Gencal

    YanıtlaSil