27 Ekim 2010 Çarşamba

Küreselleşme, Sermaye ve Devlet

Küreselleşme, Sermaye ve Devlet

Gürcan Banger

Küreselleşme sürecinde; aralarında Asyalı yatırımcıların da sayısının artmakta olduğu bir küresel sermaye sınıfı son 50 yılda oluştu. Küresel burjuvazi adını verebileceğimiz bu yeni olgu, bir yandan neo-liberal politikalardan beslenirken, diğer yandan da küresel güç ve yönetim merkezlerini ve neo-liberalizmin tarzını etkileyerek kendi lehine yeni bir yaklaşım oluşmasına vesile oluyor. Bu süreçte büyük veya küçük ayırımı yapmaksızın; devletlerin hiçbiri, bu yayılımın ve güç alanının etkinleşmesine karşı duramıyor. Artık küresel sermaye sınıfının sorunu, tüm ulusal ekonomilerin sorunu olarak ortaya çıkıyor. Küresel kriz olduğunu düşündüğümüz küresel olayların, genelde bu sınıftan kaynaklandığını öğrenmeye başladık.

Başta az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere baktığımızda; bu yeni sınıfın çıkarlarının korunması görevinin, bir dönüşüme uğraması için çaba sarf edilen ulus-devlete verildiğini görüyoruz. Bu dönüşümde aygıt görevi yapacak belli başlı örgütlerin ise IMF ve Dünya Bankası olduğu gözleniyor. Her iki kurumun da aynılaşan ve küresel burjuvazinin çıkarları ile paralellik gösteren vizyon ve anlayışları bu tezi doğrular gibi.

Küresel sermayenin devlet mekanizmasından beklentileri nelerdir? Mülkiyetin korunması, ulusal ekonomiye giriş-çıkış serbestliği, ülke kaynaklarının sıkıntısız kullanımı, ekonomik ve sosyal ilişkileri kolaylaştıracak biçimde hukukun üstünlüğü, siyasal ve ekonomik istikrar, ucuz üretim kaynakları ve benzerleri… Bunların olabilmesi için devletin bu anlayışa uygun olarak dönüşmesi gerekiyor. Aslında içeride yönetim modelinin ne olduğunun fazlaca önemi de yok. Dolayısıyla ulus-devlet, kendi meşruiyet ve yönetim anlayışı açısından bu anlamda içeride rahatını bozmayabilir. Önemli olan, dış dinamiklerin ihtiyaç, beklenti ve isteklerine açık ve cevap verebilir olabilmesi. Eh, bir anlamda dış müşteri memnuniyeti… Ve tabii ki; küresel sermayenin konuşlandığı ülkelerde varlık ve durumunun korunması da yeni türden fonksiyonların başında yer alıyor.

Bir de; devletin dönüşümüne bakalım. İlk elde, ekonomideki üretim ve dağıtım sisteminin piyasaya bırakılması geliyor. Bazı yazarlar bu çerçevede oluşmuş devlet modelini özel çıkarlar devleti olarak isimlendiriyor.

Değişimin ikinci unsuru ise ihracata dayalı bir kalkınma modeline yönelerek pazar esaslı yeni sistemle bütünleşmek. Ama ihracatın bir de arka yüzü var. Sınırlarını geçirgen tutarak ihracata yöneldiğin zaman, aynı anda sınırsız ithalat için de kapıları açmış oluyorsun. Dolayısıyla daha fazla dış satım için daha fazla dış alım gerekiyor.

Üçüncü unsur, özelleştirme mekanizmasıdır. Çoğu zaman minimal devlet şeklinde anlatılan bu yaklaşım, üretken ekonomiye girmeyen ama ekonominin düzenlenmesi ve denetlenmesi görevini taşımaya devam eden devlet anlayışıdır. Bu çerçevede devletin asli görevi, üretim ve dağıtım mekanizmalarından vazgeçerek küresel yapı ile bütünleşmiş ekonomik sistemi koruma ve kollama biçimine dönüşür.

Diğer yandan; devlet ekonomik bir aktör olmaktan geri çekilirken; sağlık, eğitim veya çevre gibi alanları da serbestleştirir. Bu kamusal alanlar, başta küresel sermaye için olmak üzere yeni birer girişim alanı haline dönüşür.

Devletin değişim ve dönüşümünü ifade etmek üzere daha pek çok unsurdan söz edebiliriz. Burada vurgulanması gereken nokta şudur. Yeni gelişen küresel sermaye sınıfının beklentilerine uygun küresel ve ulusal piyasa ortamlarının oluşması için ulus-devletin sönümlenmesine gerek yoktur. Aksine küresel sermaye, (değişikliklere uğrayabilmesine rağmen) daha uzun süre var olacağı anlaşılan ulusal sınırlar içinde güven içinde olmayı ve servis yapılmayı bekler. Dolayısıyla değişime uğrayan ulus-devlet, piyasanın kurallarını küreselliğe paralel olarak belirlemek, yorumlamak, uyarlamak ve uygulamak görevi donanmıştır. Şimdilik başlıca fark, refah devletinin reytinginin düşmesiyle birlikte bir ekonomik aktör olmaktan vazgeçmesidir.

2008 Küresel Krizi ile birlikte yukarıda çizdiğim çerçeveye biraz aykırı sayılabilecek bir durum oluştu. Mortgage kaynaklı sıkıntılarla başlayan ve finansmanın denetimsiz türev enstrümanları ile güç bulan kriz, devamında devleti odak alan bazı önlemlerin alınmasına neden oldu. Hem ABD’de hem de Avrupa’da liberalleşme sürecine oranla devletin öne çıkmaya başladığı bu sürecin önümüzdeki birkaç yıl içinde etkili olmaya devam edebileceğini söylemek mümkün. Gelişmiş ülkelerde muhtemelen finans piyasalarının daha sıkı denetlendiği, bankacılık konusunda yeni tedbirlerin alındığı, devlet harcamalarının kısıldığı bir dönemi yaşayacağız. Ama bu durumun bir geçici rejim olacağı öngörüsünü yapmak mümkün. Kısa dönem sonunda küresel sermayenin geçici ürkekliği yerini yeni strateji ve taktiklere bırakacaktır. Şu an için ne geleceği görmek çok kolay değil. Ne küreselleşmenin devamında neler olacağı ne de küreselleşmenin bir sonunun olup olmadığı konularında…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder