23 Ekim 2010 Cumartesi

Yönetim İlmi Bize Uğramadı Henüz

Yönetim İlmi Bize Uğramadı Henüz

Gürcan Banger

Dünya değişiyor. Değişim hem pratik yaşamda hem de teorik ve kültürel düzeylerde mesafe alıyor. Kimi zaman bilimin ve teknolojinin önünü günlük yaşam açıyor; çoğu zamanda bilimsel ve teknolojik ilerlemenin sonuçları günlük yaşamı değişime ve dönüşüme uğratıyor.

Toplum olarak değişimin ürünlerini kullanmakta geç kalmış sayılmayız. Bundan bizim toplumumuzun bu ürünlere olan merakından daha çok, bunların üreticileri olan gelişmiş ülkelerin ve büyük şirketlerin pazarlama ve satış isteklerinden kaynaklanıyor. Özetle; ekonomimiz bir fabrika gibi üretici olmak yerine bir pazar gibi tüketici olma özelliğine sahip.

Yukarıda özetlediğim sıkıntılı duruma benzer bir sorunu da üretim yaptığımız ortamlarda yaşıyoruz. Üretiyor ve satmaya çalışıyoruz. Üretimdeki sorunlarımızı aşmakta başarısız sayılmayız. Ama bir işletmede üretimin, finansmanın, pazarlamanın ve satışın planlanmasında, yönetilmesinde ve denetlenmesinde aynı derecede başarılı olduğumuzu söyleyemeyiz. Dünyada teorik ve pratik katkının fazlasıyla yapıldığı bir alan olan yönetim alanında Cilalı Taş Devri’ni geçebilmiş değiliz. Diğer yandan yönetim yetkinsizliklerinin sadece iş alanında değil; kamudan sivil topluma kadar toplumun her alanını işgal ettiğini kolaylıkla söyleyebiliriz.

Eskiden yönetici yerine idareci sözcüğü kullanılırdı. Yönetmek yerine ise idare etmek denirdi. Özellikle kamunun -Osmanlı’nın son döneminde başlayan ve Cumhuriyet’e sirayet eden- yönetim konusundaki başarısız uygulamalarından dolayı ‘idare etmek’, olumsuz bir görünüme büründü. Bugün idare etmek dediğimizde; ‘göz yummak, hoş görmek veya örtbas etmek’ gibi olumsuz anlamlar geliyor aklımıza.

Dünün ‘idare etmek’ kavramının yerini ‘yönetmek’ sözcüğü almış olsa da; yaptığımız yönetim hataları konusunda fazlaca değişiklik olmadı. Aklıma ilk geliverenleri sıraladığımda, siz de bana hak vereceksiniz.

Türü ne olursa olsun; kuruluşlarımızda yer etmemiş anlayışlardan birisi planlama ile ilgilidir. Bugün gerçek anlamda planlama ve tabii buna bağlı olarak bütçeleme yapabilen kuruluş sayısı pek azdır. Çoğu işletmede işler, günlük kararlarla ve günü kurtarma türünden uygulamalarla yerine getirilir. Geleceğe yönelik orta ve uzun vadeli plan yapma kültürü yoktur. Aksini düşünebilmek için; ülkenin yaşadığı geleneksel istikrarsızlıklar insanları plansızlık konusunda teşvik etse bile, yine de bazı planlama uygulamalarının olması beklenirdi.

Özellikle geleceğin tasarlanmasına yönelik stratejik planlamanın olmayışı, bütçeleme ve finansal planlar konusunda da ciddi zafiyete neden olur. İşletmelerimizin pek çoğunda ancak kısa vadeli nakit akışı çalışması yapılabilmektedir. Genelde ödemeler konusunda kuralcı olmayan bir ekonomiye sahip olduğumuz düşünülürse; nakit akışı planlarının da sağlıkla yapılamadığı, yapılsa da işlemediği kendiliğinden ortaya çıkar. Pek çok işletmede nakit akışı, (tarımın yağmurun yağma ihtimaline terk edildiği gibi) borçlunun ve alacaklının lütfuna bırakılmıştır.

Sıklıkla tekrar ettiğim bir örnek var. Halka hizmet etmek ve vatandaşlara beceri kazandırmak isteyen pek çok belediye, el sanatları konusunda kurslar açmaktadır. Örneğin 30 kişi ile başlayan bir el becerisi / el sanatı kursu, bir süre sonra öğrencilerini yitirmekte ve süreğen ilgi görmemektedir. Çünkü kurslara gelen kişiler, genelde bir iş sahibi olup kazanç sağlama beklentisinde olan vatandaşlardır. Kurs sırasında ve sonrasında üretilen ürünlerin pazarlanmasında sıkıntılar olduğunda ise kursiyerlerin ilgisi düşmektedir.

El sanatları konusunda verdiğim örnekteki ana fikir şudur. İşletmelerimizin pek çoğu, başta pazarlama ve tanıtım konusunda son derece eksiklidir. İşletmeler, yeni pazarlar bulmak ve mevcut pazarı genişletmek için yabancı dil, dış ticaret ve pazarlama gibi konularda yeterli eğitim ve bilgiye sahip değildir. Örneğin hâlâ pazarlama ile satışın farkını bile öğrenmiş sayılmayız. Özellikle yöneticilerin bu gibi alanlardaki eksiklikleri, işletmenin önünü kapatmaktadır. Bu tür ufuksuz ve vizyonsuz yöneticileri özellikle geleneksel yapıdaki aile şirketlerinde sıklıkla görüyoruz. Benzer biçimde sivil toplum kuruluşlarımızın da pek çoğu, bu tür eksikli yöneticiler nedeniyle ağır sorunlar yaşamaktadır.

Eğitim önemlidir. Ama şu da bir diğer gerçektir ki; eğitim, her şey değildir. Eğitim kadar deneyim de önemli ve değerlidir. Bir işletmenin sahip olduğu deneyimli yöneticiler, o kuruluşun insanî deneyim sermayesini oluşturur. Yeterli deneyim zenginliğine sahip olmayan bir yönetici, ne denli başka üstün özelliklere sahip olsa da, kritik bir karar verme noktasında kolaylıkla bocalayabilir.

Bilindiği gibi; bugünün yöneticilerinde aranan en önemli niteliklerden birisi liderliktir. Bir kuruluş için liderden söz edildiğinde; çoğu zaman vizyoner liderlik övgüyle öne çıkarılır. Gelecek tasavvuru anlamına gelen vizyon, yöneticilerde doğru öngörüde bulunabilme becerisini gerektirir. Yüksek oranda doğruluğa sahip tahminler ise bir kuruluşun geleceğe yönelik sağlam adımlar atabilmesinde kilit öneme sahiptir.

Artık başta kentlerde yaşayanlar olmak üzere bireyler ve kuruluşlar için küresel bir yaşam var. Bu yaşam, yöneticilerin özelliklerini birinci elden sorguluyor. Her yöneticinin ise kendisine “Yönetiyor muyum, yoksa idare mi ediyorum?” sorusunu sormasını ve içtenlikle cevaplamasını zorunlu kılıyor. Sorsun ve cevaplasın ki; bu yüksek rekabet ortamında gerekli önlemleri, iş işten geçmeden alabilsin…

Siyasal partilerimize, firmalarımıza, kamu birimlerimize ve sivil toplum kuruluşlarımızsa şöyle bir bakın… Yönetiyorlar mı yoksa idare mi ediyorlar? Belki de yönettiğini sandığımızın arkasında ipleri tutan kuklacı var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder