27 Ekim 2010 Çarşamba

Dünya, Ekonomi, Siyaset ve Değişim

Dünya, Ekonomi, Siyaset ve Değişim

Gürcan Banger

Günümüzde siyaset felsefesinin kendisini bilim ve teknolojideki gelişmelerden ayrık tutması mümkün değil. Bilimin çalışmaları sonucunda oluşan bir teknolojik gelişim daha sonraki zaman diliminde düşünsel ve uygulamalı alanlarda farklılıklar yaratabiliyor. Bunun örneklerini medya ve İnternet teknolojileri ile birlikte (az da olsa) yaşadık. “Az da olsa” diye ekliyorum çünkü bilişim ve iletişim teknolojilerinin diğer alanlara yapabilecekleri etkileri henüz yeterince gözlemedik. Sık söylenen biçimiyle bugüne kadar yaşadıklarımız bir buzdağının suyun üstündeki küçük bölümü idi. Dahası var.

Bilişim ve iletişim teknolojileri ile Internet ve medya alanındaki gelişmeler, Dünyayı adeta kolay erişilir bir bütün haline getirdi. Küresel finans diye anılan ve çok hızlı hareket edebilen, sınır tanımaz yeni türden bir sermaye oluştu. Sınaî sermayenin önceliğini malî sermaye aldı. Sanayi, önündeki üretim sorunlarını aşarak ekonomileri pazarlama ve satış esaslı olarak yeniden düzenlenmeye sevk etti. Ulusal ve yerli pazarlar ikinci sıraya düşerek dış piyasalar önem kazandı. Bazı seçkin kentler, gerek ekonomik gerekse sosyal olarak öne çıkmaya başladılar. Dünya pazarları tümleşik bir piyasaya dönüştü. Tüm bu gelişmelerin ve benzerlerinin, bir olgu olarak ‘küreselleşme’ ifadesiyle adlandırıldığını biliyoruz.

Küreselleşmenin net etkilerinden birisi olarak; dünya kapitalizminin gelişmelerine de bağlı biçimde bu süreçte sanayi toplumuna ait olduğu ifade edilen ulus-devlet olgusunun giderek yok olduğu savı mevcut. Önce “Ulus-devlet nedir?” bunu hatırlamakla başlayalım. Ulus-devlet; sınırları belli bir toprak parçası üzerinde yasal güç kullanma hakkına sahip, yönetimi altındaki halkı türdeşleştirerek, ortak kültür, simgeler ve değerler yaratarak, birleştirmeyi amaçlayan bir tür devlet modelidir. Dünyada ulus temelli olarak kurulmuş pek çok devlet bu kategoride yer alır. Son yıllarda sık tartışılan soru şudur: Küreselleşme çağında bu devlet modeli gerçekten giderek yok olmakta mıdır?

AB benzeri birliklerin oluşması, küresel sermayenin sınır tanımaz hareketliliği, yeni ticaret anlaşmaları veya şirketlerin uluslararası bir yapı kazanması gibi küresel etkiler altında ulusal sınırların silikleşmesine baktığımızda; gerçekten ulus-devlet olgusunun sönümlendiğini söylemek için pek çok neden var. Ama dünya ölçeğinde hem devletler bazında hem de küresel esastaki gelişmeleri izlediğimizde farklı düşünmemizi sağlayan nedenler de mevcut.

Dünya ekonomisini bir bütün olarak incelediğimizde; özellikle 20’nci yüzyılın son çeyreğinde etkin biçimde görülmeye başlayan bir küresel sermayeden, dolayısıyla küresel sermaye sınıfından, uluslararası burjuvaziden söz etmek mümkün. Bu çağda küresel burjuvazi ilginç bir görünüm veriyor. Listede Batılı ülkelere ait sermayedarlar yanında Asya kökenli sermayenin giderek daha fazla yer almaya başladığını görüyoruz.

Küresel sermaye, felsefesi gereği hareket ederek, işgücü gibi bazı üretim kaynaklarının kolayca ve daha ucuza sağlanabildiği ülkelerde konuşlanmak istiyor. Küresel burjuvazinin çıkarlarına uygun ülkeler arasında Batıya oranla daha az gelişmiş olanlar çoğunluğu oluşturuyor. Ayrıca bu ülkelerin ciddi bir bölümünde ucuz işgücü yanında doğal kaynaklar ve kolayca dönüştürülebilir eğitimli genç insan potansiyeli var. Bu ülkelerin küresel burjuvazi açısından sorunlu yanları arasında hukukun tam işlememesi, başta fikrî mülkiyet olmak üzere mülkiyetin korunma sorunları, siyasi ve ekonomik istikrarsızlıklar, rant kollama ve devletin çıkar gruplarınca soyulması gibi konular sayılıyor.

1900’lerin son çeyreğinde gündeme gelen IMF ve Dünya Bankası çıkışlı neo-liberal politikaların temelinde saydığım bu veya benzeri sorunların yok edilmesi var. Bu politikalar ile bir yandan ekonomi restore edilmeye çalışılırken, diğer yandan da bu kuruluşların vizyonuna uygun olarak devlet yeniden yapılandırılıyor. Bu açıdan bakıldığında; ulus-devletin sönümlenmesi olarak görülen süreç, bir başka yönüyle küresel burjuvazinin çıkarlarını ülke bazında garanti altına alacak olan devletin bu fikre uygun yeniden yapılanmasıdır. Bir başka deyişle; küresel çağda neo-liberal politikalara uygun olarak küresel sermaye ile paralel davranabilecek, dünya ölçeğinde sistemle bütünleşik yeni türden bir devlet modeli oluşturuluyor. Dolayısıyla şimdilik “Ulus-devlet sönümlenmiyor, yapı değiştiriyor” demek daha doğru bir önerme olur. Küreselleşmenim mevcut durumuna bakarak ulus-devletin sonu hakkında kolaycı kesin yargılarda bulunmak, kanımca bugüne kadar öğrendiğimiz kuşkuculuğu aceleyle çöpe atmak olur.

Değişim; doğrusal, sabit hızlı ve sıfır ivmeli bir olgu değildir. Bazı faktörler baskın görünürken net olarak izleyemediğimiz unsurlar yarışı arkalarda izleyip son metrelerde sprinte kalkan bir yarış atı gibi güçlü faktör haline dönüşebilir. Günümüzde bilgiye erişimin daha kolay olduğundan kuşku yok. Ama bilginin miktarının ve çeşitliliğinin de yönetilemez bir ölçekte büyüdüğü bir başka gerçek. Diğer yandan enformasyon ile dezenformasyonun birbirine karıştığı bir konjonktürde neyin doğru neyin yanlış ya da neyin yanıltma olduğunu ayırt etmek de hiç kolay değil. Özet olarak; gelişen değişimi öngörebilmek için daha fazla uyanık, bilinçli, bilgili, araştırıcı ve sorgulayıcı olmamız gerekiyor. Ezbere bağlılık ve fanatizm, gözlerimizi karartmaktan başka işe yaramıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder