2 Aralık 2010 Perşembe

Dünya Engelliler Günü

Dünya Engelliler Günü

Gürcan Banger

Bugün 3 Aralık. Dünya Engelliler Günü. Doğuştan, bir kaza sonucu veya uzun süren bir hastalık sonrasında oluşan bedensel, zihinsel, duygusal ve sosyal yeteneklerin yitirilmesi durumu engellilik olarak tanımlanıyor.

Engellilik
Türkçede engellilik, sakatlık ve özürlülük, aynı anlama gelmek üzere kullanılan sözcükler gibi görünüyor. Basit gibi görünen bu durum, soruna yaklaşılmasında bazı karışıklıklara da neden oluyor. Örneğin sakatlık kavramı, hasta veya bedeninde eksik bir organ bulunması veya bir organın kaybedilmiş olması durumunu anlatmakta. Diğer yandan engellilik ise günlük yaşamda eğitim, ulaşım veya fiziksel mekânlardan yararlanma gibi bazı olanaklara ve servislere erişememeyi ve bir engeli olanların bu durumlarının dikkate alınmamasını ifade etmekte. Dolayısıyla engelli kavramının arkasında bedensel sorunlardan kaynaklanan sakatlık denebilecek medikal bir durum olabildiği gibi, toplumun veya devletin yarattığı sosyal, hukuksal, kültürel ve ekonomik gibi engeller de olabilmekte.

Kaynağı ne olursa olsun; engellilik, toplumun ciddi bir bölümü için yaşamsal sorun adaletsizliği yaratıyor. Engellilerin; sağlık, eğitim, istihdam, sosyal güvenlik ve sosyal yaşama tam katılım gibi konularda fırsat eşitsizlikleri yaşadıkları gün gibi ortada. Bu durum, yapılan bilimsel araştırmalarla da doğrulanıyor.

Türkiye’de yaklaşık 8 milyon dolayında engelli vatandaş yaşamakta. Bunların üçte biri okuma-yazma bilmemekte. Yine ancak üçte biri ilkokul mezunu iken, yalnız yüzde 2’si bir üniversite veya yüksek okulu bitirebilmiş. Bu birkaç sayısal değer bile engelliler için eğitim alanındaki erişim zorluklarını ifade etmeye yeterli.

Engelli vatandaşların bir bölümünün destek hizmetleri ile yaşamlarını sürdürebildiklerini biliyoruz. Türkiye’de engellilerin ancak yüzde 6’sı bakım ve rehabilitasyon hizmetlerinden yararlanabiliyor. Diğer yandan meslek kursu, aile rehberliği ve danışmanlık hizmetlerinden ve sosyal – kültürel desteklerden yararlanamayanların oranı yüzde 99’u buluyor. Bu gerçek, pek çok engellinin, kendilerine yardımcı olan aile bireylerinin yokluğunda yaşamlarının ne denli zorlaşacağını ifade etmesi açısından düşündürücü.

Az sayıda kamu binasında bedensel engelliler için yapılmış özel yolları veya asansörleri görmüşsünüzdür. Ama işin gerçeğine indiğimizde; engellilerin yüzde 70’inin yaşadığı cadde, sokak, yol veya binalarda kişisel engeline bağlı bir düzenleme olmadığını görüyoruz. Dolayısıyla günlük yaşam, engellinin yaşam hak ve özgürlüğüne sahip bir vatandaş olduğunu dikkate almıyor. Genel anlamda yöneticiler, karar vericiler, tasarımcılar, mimarlar, mühendisler veya plancılar için engellilik bir sosyal faktör olarak değer taşımıyor desek yanılmış olmayız.

Sorun Yasayla Çözülmüyor
Engellilerin durumunun yasal, sosyal ve ekonomik güvence altına alınması amacıyla hazırlanan 5378 sayılı Özürlüler Yasası, 1 Temmuz 2005 tarihinde TBMM’nde kabul edilmiş ve Cumhurbaşkanı tarafından onaylanıp Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiş. Ama bilindiği gibi; bir sorunla ilgili bir yasa çıkarılması, konunun kâğıt üzerinde ele alınmasından öteye geçmiyor. Bugün pek çok yasa var ki; varlıklarını hatırlayan olduğundan kuşkuluyum. Bir konunun yasal bir zemine oturtulması önemlidir; ama ondan daha önemlisi, sorunu çözebilmek üzere adım atmak ve süreci kesintisiz biçimde yönetebilmekte. Bizim yönetim anlayışımızda kanun çıkarmakla sorunu hallettiğimizi düşünmek alışkanlık haine gelmiş.

Engellilik konusu; başta aileleri yakmakla birlikte devlet ve sivil toplum açısından üst düzeyde önemi olan bir sorun. Engellilik gerçeği; görünen bir sorun olarak, halledilmesi gereken pek çok kaynak soruna işaret etmesi açısından kendisini doğru anlamamızı ve çözüm amacıyla ciddiyetle yaklaşmamızı bekliyor.

Bugün 3 Aralık Dünya Engelliler Günü
Her seferinde olduğu gibi; bu 3 Aralık günü de başta siyasetçiler ve kamu yöneticileri olmak üzere makam sahibi kişilerin görkemli açıklama ve nutuklarıyla geçecek. Daha gün kapanmadan engelli gerçeğini bir kez daha unutmaya başlayacağız. Sonuçta; “Ateş düştüğü yeri yakar” özdeyişi, bir kez daha engelli mensubu olan ailelerin acılarıyla doğrulanacak.

Engellilerin yaşama kazandırılması ile ilgili pek çok iyileştirme yapılabilir. Bu hedefe yönelik iyi niyetle çalışan pek çok özverili kişi ve kuruluş var. Ama toplumda pek çok konuda olduğu gibi; engelliler alanında da zihinsel olarak aşmamız gereken bir nokta var. Engelli yurttaşı, öteki olarak görmekten zihnimizi kurtarabilirsek ve engelliyi eş haklara sahip bir birey olarak kabul etmeyi içimize sindirebilirsek; engelliler konusunda çok ciddi bir adım atmış olacağız. Dolayısıyla; engellinin yaşama kazandırılması hedefi, öncelikle bir farkındalık ve bilinç yükseltme çalışması olmak zorunda.

Durum vahim
Dünya nüfusunun yüzde 10’u engelli bireylerden oluşuyor. Türkiye nüfusunun ise yaklaşık yüzde 12’si engellilerden meydana gelmekte. Türkiye’de engelli vatandaş nüfusunun 8 milyona ulaştığı ifade ediliyor. Kolayca düşünebilmek için bu değerin, Ankara’nın nüfusundan en az yüzde 50 daha büyük olduğunu söyleyebilirim. Ülkemizde bu korkutucu değeri oluşturan nüfusun; yaklaşık 2,5 milyon kadarının konuşma, 1,5 milyon kadarının eğitilebilir zekâ geriliği, 1 milyon kadarının ortopedik engelli, 650 bin kadarının sürekli hasta, 400 bin kadarının işitme ve 150 bin kadarının görme engelli olduğu biliniyor. Bir diğer acı gerçek ise yaklaşık 1,5 milyon engelli çocuğun ancak yaklaşık yüzde 3’ü özel eğitim görebiliyor.

Örgütlü bir toplum olmadığımızı sıklıkla söylüyoruz. Bu ifadedeki amaç, sadece dernek, vakıf veya siyasal parti türünde örgütsel yapılar değildir. Öncelikle; kamu birimlerimiz, engellilerin yaşama kazandırılması için yeterli bilince, örgütlenmeye ve donanıma sahip değil. Aynı zafiyetleri özel sektör kuruluşlarımız ve sivil toplum kuruluşları da yaşıyor. Belki de bunlar arasında en önemlisi, engellilerin hak ve özgürlüklerini savunup geliştirilmesini sağlayacak aileler ve engelli STK’lar da yeterli bilince ve formasyona sahip değil. Kimi zaman engelli örgütlerinin tam dayanışma içinde olarak gerekli kitlesel girişimlerde bulunmak yerine birbirleri ile çekişmelerini üzüntü ile izliyorum.

Engelli sorunları, her yıl katlanarak büyüyor. Bu sorunların üstesinden gelmenin yolu, toplumun tüm kurum ve kesimlerinin bu sorunun çözümü yolunda ortak hareket etme ve işbirliği yapma bilincinde olmalarıdır. Örneğin bu süreçte; merkezî ve yerel yönetimler, kamu birimleri, üniversiteler, özel sektör firmaları ve sivil toplum kuruluşları aktif görev almak zorundalar. Bu bağlamda engelli sorununun, siyaset tarafından istismar edilmesinin önüne geçmek de görevlerimiz arasındadır.

Engellilere yönelik çalışmalar bağlamında; istihdamı geliştirme faaliyetleri arasında engellilerin yaşamlarına uygun meslekî eğitim programlarını da dâhil edebilmeliyiz. Onların ekonomik yaşama kazanılması, pek çok takip eden sorunun önüne geçilmesi açısından da yararlı olacaktır.

Engelsiz Kent
Kaldırımların uygun yükseklikte yapılması, merdiven yapılarına eşlik edecek engelli olanaklarının geliştirilmesi veya genel anlamda trafik düzenlemelerinin engellileri de içine alacak biçimde yapılandırılması gibi önlemler önemlidir. Ama kanımca birinci sırayı alan iki unsur, engelliler hakkındaki algılamanın değiştirilmesi ve bu insanların ekonomik yaşama kazandırılmalarıdır. Engelliler için ailelerin fazlasıyla ihtiyaç duyduğu iyileştirme ve bakım merkezlerinin acilen yaygınlaştırılması gerçeğini de eklemek durumundayım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder