24 Aralık 2010 Cuma

Yeni Kent, Yeni Yaşam, Yeni Yönetim

Yeni Kent, Yeni Yaşam, Yeni Yönetim

Gürcan Banger

Kimlik, sosyal bir varlık olarak insanın nasıl bir kimse olduğunu gösteren belirti, nitelik ve özelliklerin bütününe verilen isimdir. Daha geniş bir tanımlamayı; kimlik, herhangi bir nesneyi belirlemeye yarayan özelliklerin bütünüdür diyerek yapabiliriz. Hepimizin değişik kimlik özellikleri var. Ama aynı kentte yaşamak gibi ortak bir yönümüz, tüm farklılıklarımızı bir yana öteleyerek bizi birleştiriyor. Buna ‘kentli yurttaş olmak’ diyebiliriz. Kenti yurttaş kimliği önemli. Her kimliğin getirdiği haklar ve sorumluluklar gibi, kentli yurttaş olmanın da dikkate almamız gereken yönleri mevcut.

Devlet, varlığını insanlara borçlu. Kendilerini yönetmek üzere oluşturdukları bir kurum olan devletten vatandaşların beklentileri var - yani devletin yerine getirmesi gereken sorumluluklar… Devlet açısından görev ve sorumluluk olan unsurlar, bireyler açısından haklar şeklini alıyor.

Bir kentin – bir büyük sistem olarak - yerine getirmesi gereken görevler, fonksiyonlar ve sorumluluklar ise o beldede yaşayan insanlar tarafından kentli yurttaş hakları olarak algılanıyor. Bu nedenle bir kentin yönetiminden söz ettiğimizde; o kentin vatandaşlar için sağlaması gereken şartlardan söz etmiş oluruz.

Kentli Yurttaş Hakları
Bir kentte yurttaş olmaya ilişkin haklar, öncelikle insan haklarının vazgeçilmez bir parçasıdır. Bu nedenle bir kent, tüm fonksiyonlarıyla birlikte insan haklarına ilişkin şartları yerine getirmek zorundadır. Bu çerçeve; kentin, orada yaşayan her bireyin kendi refahını ve kişiliğini geliştirmeye açık olması şeklinde yorumlanmalıdır. Dolayısıyla kentte yapılan her hizmet, kentli vatandaşlar için eş başlangıç ve eş fırsat diyebileceğimiz sosyal adalet ilkesine uyumlu olmalıdır.

Eski zamanlarda Batı’da yapılmış kent filmlerini izlediğimizde; soygunların, gangsterlik olaylarının, sokak saldırı ve tacizlerinin ülkemizde olmadığına sevinirdik. Kapalı bir toplum olarak bazı sorunları yaşamadığımız, bazılarını ise sorgulamadığımız için bir anlamda halimizden memnunduk. Ama kentlerimiz büyüyüp nüfus olarak artmaya başlayınca, biz de Batıdakine benzer kentsel güvenlik sorunları yaşamaya başladık.

Bu durum, kentli vatandaşlar olarak gündemimize yeni konular getirdi. Bunların başında vatandaşların saldırılara ve suça karşı korunmuş bir beldede güven içinde yaşama hakkı geliyor. Güvenlik içinde olma hakkını polis hizmetlerinin yaygınlığı ve çeşitliliği olarak anlamamak lazım. Kentin işleyişi ve sosyal adalet mekanizmalarının işleyişi ile suçun kaynaklarını ortadan kaldırıyor olması gerekir. Bu nedenle güvenlik hakkı, kentte mevcut olan her kişi, kurum ve kuruluşun konusudur.

Kentte Yaşam Çevresi
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hızlı sanayileşme ile birlikte çevre sorunları gündeme gelmeye başladı. Bu sorunların gündeme geldiği alanlar içinde kentler neredeyse ilk sıraları aldı. Hava, su ve gürültü kirliliği insan yaşamını tehdit edecek bir noktaya ulaştı. Bu nedenle sağlıklı bir çevrede yaşamak, yeni nesil insan hakları arasında sayılır oldu. Artık ekolojik yapısı korunmuş, sağlıklı bir kentte yaşama hakkını kentli yurttaş hakları arasında sayıyoruz. Bir kent, havasından trafik koşullarına, kullanım suyundan flora ve faunasına kadar tüm unsurlarıyla birlikte gerekli şartları sağlamak zorunda.

Ne yazık ki; bir kentin değişim ve dönüşümünü yüzeysel olarak kavramaya devam ediyoruz. Kentte ünlü markaların mağazalarının bulunmasını, kentin birtakım aksesuarlarla süslenmesini, büyük caddeler ve binalar yapılmasını kentin gelişimi sanmayı sürdürüyoruz. Hâlbuki bir kentte yurttaşlık hakları arasında ilk sırada, kentli vatandaşların kendilerini geliştirebilecekleri altyapının varlığı gelir. Bunun anlamı, her vatandaşın bir işe veya gelire sahip olması, bununla kendi yaşamını sürdürebiliyor ve geliştirebiliyor olmasıdır. Kentli insanlar ekonomik, sosyal ve kültürel yönlerden kendilerini geliştirebilmelidirler. Kent de bunun için gerekli altyapıları sağlayabilmelidir.

Üretim ve Tüketim Merkezi Olarak Kent
Bir kent, mal ve hizmetler açısından bir yandan üretim diğer yandan tüketim merkezidir. Kentli yurttaşlar, burada üretilen veya dışarıdan getirilen mal ve hizmetleri tüketerek yaşarlar. Bir kent, vatandaşlara ne kadar çok farklı çeşit ve kalitede mal sunabilirse, o denli başarılı sayılır. Bu konuya kentli vatandaş hakları açısından baktığımızda; bir kentte yaşayan insanların yeterli çeşitlilikte ve farklı tercihlere uygun kaliteli mal ve hizmetlerden yararlanma imkânına sahip olması gerektiğini söyleyebiliriz.

Çağın yükselen kentlerinde bankacılık, sigortacılık, bilişim, ar-ge ve danışmanlık, muhasebecilik, organize perakendecilik gibi hizmet dallarının öne çıktığını görüyoruz. Bunun nedeni, Bilgi Çağı döneminde hizmetler sektörünün kazandığı önemdir. Demek ki; çağdaş bir nitelik kazanmak isteyen bir şehir, vatandaşlarına yaşanan çağa uygun bu tür servisleri eşdeğer kalitede sunabilmelidir.

Kent ve İktisat
Klasik iktisadın yaklaşımı açısından bakarsak; insanların piyasada mevcut olan mal ve hizmetleri edinebilmek için gelir sahibi olmaları gerekir. Bu gelire sahip olmak için ise genelde zihin veya beden olarak işgüçlerini ihtiyacı olanların hizmetine sunarlar. Bunlar arasında girişimcilik yeteneği ve finansal birikimi ile geçimini sağlayanlar yanında ellerinde bulunan gayrimenkullerin rant geliriyle yaşayanlar da vardır. Ama sonuçta elde edilen gelir, - yapılan tasarruf yanında - mal ve hizmetlerin edinilmesi ve tüketilmesi amacıyla kullanılır.

Kentte yaşam sürecinin gelir ayağı ise vatandaşlar için yeni bir hak kategorisi oluşturur. Bu bağlamda kentli yurttaşlar, yaşadıkları şehirde yeterli çalışma imkânlarına ve güvencesine sahip olma hakkı ile donanmışlardır. Yaşamlarını sürdürdükleri kentin ekonomik gelişiminden pay alma hakları vardır. Bir kent, vatandaşları için ekonomik gelir sürdürülebilirliği anlamında güvenli gelecek sağlamalıdır.

Yeni Yönetim Anlayışı
Toplum, devlet, kurum veya kuruluş gibi kavramlar her dönemde bir yönetim anlayışını içermişlerdir. Bu yapılar değiştiği ölçüde yönetim anlayışı da değişmiştir. Çağımızın yönetim anlayışının temel unsurları, demokrasi ve çok-kültürcü yaşam yaklaşımıdır. Çok farklı sosyal ve kültürel kesimlerden oluşan bir kentin başkaca bir yönetim tarzı da olmaması gerekir. Bu nedenle kentli yurttaş hakları arasında, vatandaşların çoğulcu bir kentsel kültürü edinme fırsat ve imkânlarına sahip olmalarını saymalıyız.

Geçtiğimiz yüzyılda toplumumuzda sosyal çatışmaların çok daha az olduğunu söyleyenler olabilir. Bunda; bir yandan sosyal yaşamın karmaşıklaşması diğer yandan ise geçmişte bazı sorunların farkında olmayışımız etkili olmuştur. Daha fazla kişi ve kuruluş sosyal yaşama katıldıkça yükselen yeni sorunlardan bir tanesi ayrımcılıktır. Bu bağlamda; cinsiyet, etnik köken, yaş, bedensel veya zihinsel engel, inanç ve yaşam biçimi tercihi gibi alanlarda ayrımcılık unsurlarını sayabiliriz. Kısaca; ayrımcılık, günümüz toplumunun yaşadığı en tehlikeli sorunlardan birisidir.

Ayrımcılık tehlikesini aklımızda tutarak; bu konuyu açımlayan bir kentli yurttaş hakkından birkaç cümle halinde söz edebiliriz. Hiç kimse, kültürel farklılıklar nedeniyle iş yaşamından ve sosyal yaşamdan dışlanmamalıdır. Hiç bir birey, toplumun tali unsuru olarak geri plana itilmemelidir. Tüm vatandaşlar, kentin oluşturduğu çok kültürlü bütünlükten kendi paylarını alabilmelidirler.

Bitirirken
Kentlerin varlığı çok eski çağlara dayanıyor. Zamanın akışı gibi kentin varoluşu da bir süreç içinde değişiyor. Bu değişim nedeniyledir ki; kentlerin yönetimi de çağın gereklerine göre demokrasi, çoğulculuk, çok kültürlülük, sosyal adalet ve katılım gibi ana ilkelere göre olmalı. Kentlerin yönetimi; kralların, prenslerin keyfe ve bireysel kararlara göre yapıldığı tek adam çağını aşmak zorunda.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder