27 Aralık 2010 Pazartesi

İktidar ve Demokrasi

İktidar ve Demokrasi

Gürcan Banger

Bir açılım curcunasıdır gidiyor. Ülkemizde özgürlüklerin, hakları kullanmanın, gelir adaletinin, sosyal eşitliğin ve demokrasinin son derece ağır koşullarda yürümeye çalıştığını (pek çok yurttaş gibi ben de) görüyor, biliyor ve yaşıyorum. Ülkenin ekonomiden üst yapı kurumlarına kadar pek çok alanda dönüşmeye, değişmeye ve yeniden yapılanmaya ihtiyacı var. Bundan hiç kuşkum yok. Vesayet yönetiminden haklar ve özgürlükler yönetişimine geçmek zorundayız. Ama bugün uygulanmaya çalışılanlar, gerçekten ihtiyacımız olanlar mıdır; doğrusu bundan kuşkuluyum. Hele yandaş uygulamaların zirve yaptığı bazı örnekleri izlediğimde doğru yolda olduğumuza dair kuşkularım had safhaya varıyor. Ucu okyanus ötesine uzanan kapalı kapılar arkasında yazılmış bir senaryonun “pazarlama iletişimini” mi izlemekteyiz diye sorabiliyorum kendi kendime. Süren siyasal kadrolaşmaya bakıldığında; küresel senaryoların ülke bazına indirilmiş uyarlamaları da olduğu anlaşılıyor.

Yaşam Çevremiz
Yasalar, sosyal yaşamın kuralları ve kültürel alışkanlıklar ile çepeçevre kuşatılmış haldeyiz. Toplum içinde değişik statü ve rollerimiz var. Çeşitli kurum ve toplulukların üyesiyiz. Bu yapıların – kimi zaman birbirleri ile çelişip çatışabilen – amaçları, hedefleri ve kuralları var. Bir topluluk üyesi olmak, bireysel sorumlulukların ötesinde uymamız gereken yeni bir çerçeve tanımlıyor. Seçimlerimizi yaparken ve kararlarımızı verirken; ancak bu sosyal çerçeveye uygun ve uyumlu davrandığımızda, özgür ve bağımsız olabiliyoruz.

Kimi zaman kararlar, içinde yaşadığımız topluluğun (veya toplumun) tamamını ilgilendiriyor. Herkes diyebileceğimiz bir topluluğu ilgilendiren kararların, hiç kuşkusuz kolektif bir anlayış içinde birlikte alınması gerekiyor. Demokrasi, bu türden bir kolektif alana ait bir kavramdır. Bir benzetme yaparsak; demokrasi, bir ormandaki tek tek ağaçları ilgilendirdiği kadar ormanı bir bütün olarak da ilgilendirir. Demokrasi, böylesine bir idealdir.

Bazı seçimler ve kararlar, sadece kendimizle ilgilidir. Bireysel kararın yansıları, dikkate alınabilir bir ölçekte diğer bireyleri etkilemez. Bu nedenle kendimizle ilgili bir kararı kendi başımıza vermeyi tercih etmemizde bir sakınca olmayabilir. Ama bir topluluğu ve kurumu ilgilendiren (sosyal yansıları olan) kararlar için aynı iddiada bulunamayız. Bir topluluğu ilgilendiren kararların, tüm üyelerin katılımıyla gerçekleşmesi gerekir. Bu süreçte her birey, kendi tercihini belirlemede eşit hakka sahiptir. Bireylerin oy hakları; büyükten küçüğe, önemliden önemsize veya değerliden değersize bir sıralamaya tabi tutulamaz.

Demokrasi
Demokrasiden söz edildiğinde; genellikle bunu bir siyasal kavram olarak algılama alışkanlığı vardır. Örneğin demokrasinin devletle ilgili bir konu olduğu düşünülür. Hâlbuki bir toplumda demokrasiden söz edilebilmesi için demokrasinin o toplumdaki tüm kurum, kuruluş ve yapılara ilişkin olduğu algılanmalıdır. Demokratik ilkeler ve süreç, başta devlet ve iktidar olmak üzere bir toplumdaki her türden sosyal yapının kolektif karar alma modeli ile ilgilidir. Bir toplum veya toplulukta geçerliliğini kanıtlamış bu yönlü bir algı modeli yoksa orada demokrasiden söz etmek kolay olmaz. Sosyal algı ve tepki modelinin genel hatları itibarıyla demokratik işleyişin önünü açar nitelikte olması gerekir.

Buna rağmen toplumun bütününü ilgilendiren konularda siyah-beyaz gibi çok keskin ayırımlar yapmak zordur. Bir toplumda ya da kurumda demokrasinin varlığı veya yokluğundan daha çok, demokratikleşme düzeyinden söz etmek daha doğru olur. Bu çerçevede bir kurumun üyelerinin veya toplumdaki bireylerin karar süreçlerine ne ölçüde ve biçimde katılabildiği, denetim fonksiyonunu ne kapsamda gerçekleştirebildikleri önemlidir.

Günümüzün temsili demokrasi anlayışı, bireylerin temsilcilerini seçmek için oy kullanabilmelerini ‘demokrasi’ olarak tanımlama alışkanlığındadır. Bu bağlamda temsilcilerin performans değerlendirilmeleri, ancak seçim dönemlerinde yapılır. Örneğin temsil süreci içinde kolay ve adil katılımlı bir denetim sürecinin olup olmadığına fazlaca dikkat edilmez. Özetle; kendine mevcut seçim sistemi ile meşruiyet bulduğunu kabul eden geleneksel demokratik işleyişin, hiç kuşkusuz yeni açılımlarla geliştirilmeye ihtiyacı var.

Bir toplumda demokrasinin bir bütünsel olgu olarak yerleşebilmesi için; toplumu oluşturan her kurum, kuruluş ve sosyal yapı içinde demokratik işleyişin bir sürdürülebilir fonksiyon haline dönüşmesi şart. Her yapı içinde demokratik kurumsallaşmayı sağlamak için çaba, zaman ve kaynak harcamak gerekir. Ne “Ben demokratım” demekle, ne de demokrat olduğunu söyleyenleri bir araya getirerek demokrasi bir yaşam modeli haline gelmiyor. Demokrasiyi; aileden devlete, sivil toplumdan kültürel kurumlara her ölçekte kurumsallaştırmak gerekiyor.

Demokrasi ve Çoğunluk
Eğer demokrasiyi, halkın oy kullanması ve parlamentoyla hükümeti oluşturması diye tanımlarsanız, demokrasiyi çoğunlukla eş tutmak gibi ciddi bir hataya önayak olursunuz. Gerçekten demokrasiyi çoğunluğun yönetimi ile eşdeğer düşünmek gibi bir yanlış sıklıkla yapılagelir. Burada bir diğer yanlış algı, oy verenlerin tümünün iradesini, yönetimi belirleyen çoğunluk ile eş tutma hatasıdır. Böyle bakıldığında demokrasi; halkın bir bölümünün, sadece çoğunluğu oluşturması nedeniyle toplumun tamamını yönetmeye kalkması anlamına gelir ki, bu durumda toplumsal rızanın oluşmayabileceği ihtimali gözden kaçar. Demokrasinin, sosyal rıza örneğinde olduğu gibi, halkın tamamı tarafından hissedilmesi gerekir.

Şimdi şunu sorabiliriz: Temsili demokrasilerde çoğunluğun hiç rolü yok mudur? Eğer herhangi konuda görüşme, tartışma ve uzlaşma (ortak payda bulma) yolları mümkün olmaz veya tamamen tüketilirse, bu durumda anlaşmazlığı çözmek üzere oylama bir geçici çözüm aracı olarak kullanılabilir. Ama çoğunluğun kazandığı oylama durumunda bile, yukarıda sözünü ettiğim biçimde sosyal rızanın oluşması gerekir.

Çoğunluğu demokrasi ile eş tutanların akıllarındaki temel dayanak, bir süre sonra muhalefetin iktidara geleceği ve onların da kendi uygulamalarını gerçekleştireceği düşüncesidir. Bu yaklaşımdaki birinci hata, söz konusu ‘uygulamaların’ ne olduğudur. Çünkü çoğunluğu bir silah olarak kullanmak; kamunun / kurumun kaynaklarını hoyratça tüketmekten grupsal kadrolaşmaya kadar ciddi boyutlara varabilmektedir. Sonuçta başarısız bir çoğunluk yönetiminin ardından bir kurumsal enkazla karşılaşmak çok muhtemeldir.

Demokrasi ile çoğunluğu eşleyen anlayışın ikinci yanılgısı, yönetimin iktidarı muhalefete (veya azınlığa) devretmemek için her türlü yola başvurabileceği ihtimalini dikkate almamasıdır. Ülkemizde sosyal veya kurumsal düzeyde yapılan iktidar mücadelelerine baktığımızda; bu konuda demokrasiyi kısa devre etme veya arkadan dolaşma adına örnekler görebilmekteyiz.

Demokrasiyi çoğunluk-azınlık ikilisi olarak gören anlayışın bir diğer yanlışı, ayrımcılığa konu olan alanlarda ortaya çıkmaktadır. Etnik, kültürel, bölgesel veya inanca dayalı olarak isimlendirebileceğimiz alanlar arasında en yakın örneği ‘toplumsal cinsiyet’ oluşturmaktadır. Kadınlar, her dönemde siyasal ve sosyal alanlarda azınlıkta kalıp çoğunluğu oluşturan erkek kültürünün yönetim anlayışını özümsemek zorunda kalıyorlar. Böyle durumlarda demokratik kurumsallaşmayı sağlamak üzere başta yasal mevzuatta olmak üzere bazı destekleyici girişimlerde bulunmak gerekiyor.

Basit olarak söylendiğinde; demokrasi, halkın egemenliğine dayanan yönetim biçimi demektir. Ama bu kısa tanım, demokrasinin tüm boyutlarını ifade etmek için yeterli değil. Tanıma ek olarak; uzlaşmanın aranmasından, ortak paydada buluşma ihtiyacından ve bireylerin doğru çözüme ulaşıldığına dair sosyal rızalarına kadar başka olguların da demokrasi sürecinde yer alması gerekiyor.

Eğer bir çoğunluk yönetimi demokratik olmayı hedefliyorsa, toplumun diğer kesimleriyle uzlaşma ve ortak payda zemin ve ihtimallerini aramak zorundadır. Çoğunluğun kendisine verdiği gücü kullanırken de, kendisini sınırlamak ve kısıtlamak için bir ilkeler manzumesini uygulamaya almak zorundadır. Demokrasi, kendiliğinden oluşacak bir süreç değildir; bilinçli emek ve zaman harcamak gerekir.

Bugün olan Biten Nedir?
Kapalı kapılar arkasına eklemlenmiş işlerin demokrasiyle ilgisini bilmek çok kolay değil. Bu nedenle tüm bu olan biten; demokrasi, hak ve özgürlükler ve sosyal mutluluk adına mıdır; dikkatle araştırmak, incelemek ve sorgulamak gerekir. Bir ülkenin (özellikle rant sağlama, çıkar elde etme ve kendi yararına düzeni sürdürme anlamında) siyaset ve iktidar modeli kolayca değişmiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder