14 Aralık 2010 Salı

Karın Hatırlattıkları

Karın Hatırlattıkları

Gürcan Banger

Bir çanak ya da tabak şeklinde konumlanmış büyükçe bir kentte yaşıyorsanız ve bu yerleşim kışın kar yağışı alma özelliğine sahipse şu nokta dikkatinizi çekmiş olmalı. Kent içinde kar yağışı, kent dışına göre daha az oluyor. Bunun basit bir nedeni var. Kent yerleşimi bir ısınma bölgesi yaratıp ya karın yağmura dönüşmesine ya da yağışı sağlayacak bulutların dağılmasına neden oluyor. Böylece kent çevresinde bol miktarda kar yağışı görülebilirken kent içinde farklı bir iklim oluşuyor.

Bu gözlemin altında bazı ilginç nedenler var. Kentlerde su ve enerji ihtiyacı biteviye artarken tüketim eğrisi de yükselmeye neden oluyor. Yapılan istatistikler CO2 (karbon dioksit) emisyonunun yüzde 80’inin kentlerde oluştuğunu gösteriyor. Bu da kent yerleşimlerinin ısınmakta olduğunu ve yağışı engelleyebilecek bir iklim durumu yarattığını doğruluyor.

Kentteki CO2 emisyonunun büyük bölümü kömür ve petrol gibi fosil yakıtlardan oluşuyor. Bunun devam etmesinin çok da uzak olmayan gelecekte tehdidin ve tehlikenin boyutlarının fazlasıyla artacağına dair işaretler veriyor. Örneğin uzmanlar 2030 (yaklaşık 20 yıl sonra) gibi tarihte küresel ısınmaya neden olan sera gazlarının mevcudiyetinin ve etkisinin iki katına çıkacağını ifade ediyorlar.

Dünyanın giderek kendi kendine yok etme noktasına yaklaşmasının geçmişte oluşmaya başlamış tüketim kültürüyle yakından ilgisi var. “Her şey daha fazla üretim” mantığıyla başlayıp “Ne pahasına olursa olsun daha fazla tüketim” noktasına getirilen dünya, artık kirletileni arıtmakta, yok olanı tekrar yerine koymakta başarılı olamıyor. Aşırı üretim ve tüketim hırsı, yaşamamızı sağlayan bir çevrenin olduğunu, yaptıklarımızla içinde yer aldığımız yaşam çevresini yok ettiğimizi algılamamız açısından engeller teşkil ediyor. Hâlbuki çevre, insanlara ait değil; insanlar doğal yaşam çevresinin bir parçasıdır. Bu ortak yok edildiğinde “kutsal” veya “öncelikli” kabul edilen insanın da sürekliliği tehlikeye giriyor.

Bir zamanlar değersiz malları anlatmak için su ve hava örnek olarak verilirdi. 20’nci yüzyılın sonuna doğru bu değersiz sayılan şeylerin de dünyanın vazgeçilmez kaynaklarından olduğu anlaşılabildi. Şimdi iyi biliyoruz ki; dünya kaynakları sınırsız değil. Dolayısıyla sadece daha fazla tüketmek adına üretme anlayışı geçerli olmamalı. Ekonomik etkinliklerin ihtiyaçları giderme dışında sosyal sorumluluk boyutu da bulunmak zorunda.

Bu anlayış, yerleşimlere daha farklı bakmamızı sağladı. Tükenen dünya kaynakları; yerleşimler için sürdürülebilir kent, yeşil kentleşme ve eko-kent gibi yeni kavramlar üretmemize vesile oldu. Yerleşimleri ilgilendiren bu kavramlarla toprak, su ve hava gibi doğal kaynakların daha dikkatli kullanıldığı bir anlayışı ifade etmeye çalışıyoruz. Bu nedenle kentlerde yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımını öne çıkarma gayretindeyiz. Atıkların ve sera etkisi yapan gazların azaltılması için farkındalık yaratıp önlemler almaya çalışıyoruz.

Diğer yandan yaşanabilir ve sürdürülebilir bir kent sadece bu söylemin dillendirilmesi ile olmuyor. Bir kentin sanayisinden ticaretine kadar ekonomisi de böyle bir kentin oluşumu için hazırlıklı ve donanımlı olmalı. Örneğin ekonomik işletmeler sadece daha fazla kirlilik üretmenin önüne geçerken diğer yandan ekolojik ürünlerin üretilmesinde daha fazla yer almalılar. Özetle; sürdürülebilir sağlıklı kent sadece yeşil parklar yapıp heykeller dikmekle olmuyor; kentin tümüyle bu anlayışa angaje olup kendini dönüştürmesi gerekiyor.

Günümüzde her kent yöneticisi, o yerleşimin toprak, su, hava ve enerji kullanımında ortak vizyonun parçası olmak zorundadır. Her yerel yöneticinin ‘kafasına göre takıldığı’ bir yerleşimin sağlıklı, sürdürülebilir ve ekolojik olma şansı yüksek olmayacaktır.

Duygu Güncesi *** YENi ***
Facebook'ta izle
Twitter'da izle

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder