29 Aralık 2010 Çarşamba

Tüketim, Üretimi Kapı Dışarı Ediyor

Tüketim, Üretimi Kapı Dışarı Ediyor

Gürcan Banger

Değişik ortamlardaki sunumlarımda ve yazılarımda sıklıkla mevcut kapitalizmin bir özelliğinden söz ediyorum: Ekonomik sistem sadece mal ve hizmetleri üretmiyor; ayakta kalmak ve büyüyebilmek için biteviye yeni ihtiyaçlar da üretiyor. İşin ilginci; bir yandan bu yeni (icat edilmiş) ihtiyaçları üretirken, diğer yandan bizleri bunların gerçekten ihtiyaçlarımız olduğuna ikna etmeye çalışıyor. Biz de sentetik olarak üretilmiş ürün ve hizmetlerden bir tanesi konusunda ikna edilmiş olmayı özgürlük sanıyoruz.

Sürdürülebilir Tüketim
Köşe yazılarımı düzenli okuyanlar ya da yazılarımı İnternet’ten izleyenler, (Dünyada giderek yaygınlaştığı halde ülkemizde yeterince bilinmeyen) “gönüllü sadelik” olarak isimlendirilen bir düşünceden forumundan ve sosyal hareketten söz ettiğimi hatırlayacaklardır. Birkaç cümle ile konuyu tekrar hatırlayalım: “Tüketim bağımlılığının aşırı boyutlara varması üzerine özellikle Batı’da sade yaşama yönelik sivil çalışmalar çoğaldı. Bu hareketler, bir yandan kapitalist üretim – tüketim çılgınlığını eleştirirken; diğer yandan da doğal yaşamın uzun soluklu olabilmesi için sürdürülebilir tüketim olarak isimlendirilen bir kavramı dillendirmeye çalışıyor.”

“Yaşam sadeliği, yeni bir kavram olmamakla birlikte giderek artan tüketim çılgınlığı ve insan yaşamının yok olan ortamları ile birlikte yepyeni boyutlar kazanıyor. Küresel ısınma, sağlıklı yaşlanma gibi konular yaşamsal sadeliği her geçen gün daha fazla gündeme taşıyor.”

“Yaşamsal sadelik, öncelikle insanın kendi ‘yaşam yolunu’ bilinçli, hassasiyetle ve kendi isteklerine bağlı olarak seçmesi demek. Burada bir ‘seçimden ve yoldan’ söz edildiğine göre; bundan odaklanarak, derinlemesine ve tüketici kültüründen etkilenmeden yaşam anlamını çıkarmak gerekir. Bunu elde etmek için de insanların yaşamlarını bilinçle düzenlemeleri ihtiyacı oluşuyor.”

“Tüketim bağımlılığının ikizi (bir başka ifade şekli), hiç kuşkusuz üretim çılgınlığıdır. Üretim ise doğayı değiştirmek anlamına gelir. Eğer yeraltındaki altını çıkarmak için zehirli ve tahrip gücü yüksek siyanürü kullanırsanız, (her ne kadar bazı çevrelerce aksi ifade edilse de) o doğal çevreyi sürdürülebilir yaşam için ‘imkânsız’ bir noktaya getirebilirsiniz. Dolayısıyla sadeliğe sadece tüketimin Dünya ve yaşam kaynaklarını yok etmesi açısından bakmamak lazım. Sadeliğin altyapısı olarak ‘sürdürülebilir üretim’ kavramını da dikkate almamız gerekir.”

Bolluk Paradoksu
“Bolluk Paradoksu (The Paradox of Choice)” isimli kitabında Barry Schwartz, bir yandan hedeflere ulaşmada başarılı veya başarısız olmanın insan psikolojisini nasıl etkilediğini tartışırken, diğer yandan kapitalizmin insanların önüne aşırı sayıda tercih sunması nedeniyle nasıl bir bozuk ruh haline sürüklendiklerini anlatıyor. Bir sosyal teori ve eylem uzmanı olan yazar, kitabında şunları söylüyor: “Şimdi gönüllü sadelik hareketine adanmış çeşitli kitaplar ve dergiler var. Buradaki ana fikir, önümüze çok fazla seçenek sürülüyor olmasıdır. Gerçekten önemli olanı yapmak için; gereğinden fazla seçenek, çok fazla verilmesi gereken karar ve çok az zaman var. Gerçek isteklerimizin neler olduğuna dikkat etmek ve yapmak istediklerimize odaklanmak, bana çok fazla seçeneğin sunulmuş olmasının yarattığı soruna karşı iyi bir çözüm olarak görünmüyor.”

“The Paradox of Choices” kitabının 2004 yılındaki ilk baskısından sonra kendisiyle yapılan röportajlardan birinde Schwartz, tüketicilerin, kapitalizmin dayattığı tercihler karşısındaki konumunu şöyle anlatıyor: “Yıllar boyunca, serbest piyasanın insanlara yaşamda istedikleri her şeyi verebilecek iksir olarak coşkuyla benimsenmesinden endişe duydum. İktisatçıların, insanların nasıl tercih yaptığına ilişkin öne sürdükleri varsayımlara inanmıyorum. Kanımca; piyasanın gerçek yararı, insanlara seçme özgürlüğü vermesidir. Ama insanlar, iktisatçıların iddia ettikleri gibi ‘kusursuz, mantıklı seçiciler’ değiller. Bu demek oluyor ki; hepimiz yanlış tercihler yapabiliyoruz. Ayrıca piyasaların eğitim, anlamlı bir iş, sosyal ilişkiler, sağlık hizmeti, sivil yaşam gibi önem taşıyan kararlara hitap ettiğini düşünmüyorum. Dolayısıyla bazı durumlarda piyasalar teşvik edilmek yerine sınırlandırılmalıdır. Piyasanın da kendine göre önemli bir yeri var; ama bu yer, ‘her şey’ demek değil.”

Siyah ve beyaz gibi; devlet tapınıcılığı ile piyasa teslimiyetçiliği uçları arasında gidip gelme alışkanlığına sahip toplumumuzu düşününce, Schwartz’ın işaret ettiği aykırı grilikleri anlamaya özen göstermemiz gerekir, kanaatindeyim. Devletin ‘her şey’ olmadığı gibi, piyasa da ‘her şey’ değildir.

Her Şey Tüketim Değil
Yaşadığım kente baktığımda; tüketim eğilim ve yoğunlaşmasının üretim konusundaki girişimlerin önüne geçtiğini görüyorum. İşin kötüsü, daha fazla tüketmenin çağdaşlık ve iyi yaşam olarak algılandığı bir burgaca doğru savruluyoruz. Aşırı tüketimin karşılığının neyle ödeneceğini ise yerel yöneticilerimizin bir kısmı sormamayı tercih ediyor. Unutmayalım ki; kazanılmayan gelir, ancak batana kadar harcanır. Sonrası ise malum…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder