21 Aralık 2010 Salı

Sivil Toplum – Kamu Diyaloğu ve Yönetişim

Sivil Toplum – Kamu Diyaloğu ve Yönetişim

Gürcan Banger

Geçtiğimiz hafta sonu Türkiye’nin en önemli sivil toplum yapılarından birisi olan Sivil Toplum Geliştirme Merkezi’nin (STGM) Genel Kurulu vardı. Bu vesile ile Dünya ve ülke temelinde sivil toplum olgusunu konuşma fırsatını bulduk. Bu sıralar sivil toplumun bir bütün olarak en önemli sorunlarından birisinin; siyasetin bu alanı işgal etme ve sömürme yaklaşımı olduğu gözleniyor. Diğer yandan sivil toplum etkinliği, ülkemizde bir bütün olarak hayli zayıf. Kendini geliştirmesi gereken çok fazla boyut var. Bunlardan birisi de sivil toplumun kamuyla (merkezi ve yerel yönetimlerle) diyaloğu. Bu konuda ne doğru düzgün mevzuat var ne de kamunun bu konuda ciddi bir niyeti gözleniyor. Ama devletin ve mevzuatın bu konuda niyetini beklersek bir şey olacağı da yok. Bu nedenle sivil toplum – kamu diyaloğunu sivil toplumu temsil etmeye çalışan kesimler olarak gündemde tutmalı; bu alanda kamuyu zorlamalıyız.

Değişen Dünya
20’nci yüzyıl; sanayi toplumundan bilgi ve ağ toplumuna, Fordist üretimden esnek üretime, ulus devletlerden küreselleşmiş dünyaya, modernist düşünceden postmodernist düşünceye geçilen bir zaman dilimi oldu. Çok yönlü değişim, mevcut yönetim anlayışını meşru ve muktedir kılan koşulları aşındırdı. Bu aşındırma ile ‘geç meşruiyet’ tümüyle ortadan kalkmasa da, yeni arayışların ortaya çıkmasına neden oldu. Bu süreçte devlet, artan ve karmaşıklaşan taleplere cevap vermekte zorlanıyor.

Bu süreçte hızlı değişim ve dönüşüm, insanlar ve topluluklar arasında mesafe kavramının belirleyiciliğini ortadan kaldırdı. Yeni ilişki ağları gelişti. İlişki ağları üzerinde yeni kimlikler oluşmaya başladı. Yurttaşlık kavramında değişimler gözlemeye başladık.

Küreselleşme ile birlikte daha etkin, akılcı ve verimli bir idari yapılanma aranmaya başlandı. Devletin kararlarını, toplumun tüm kesimleriyle birlikte alması istenir oldu. Hukukun üstünlüğü, açıklık, saydamlık, sorumluluk, hesap verebilirlik, güvenirlik ve tutarlılık kavramları öne çıktı.

Henüz yeterince bilinmemesine rağmen; bu süreç, ‘yönetişim (İng. governance)’ olarak isimlendirilen bir olguyu gündeme getirdi. Konunun netleşmemiş olmasının da etkisiyle yönetişim olgusu, lehte ve aleyhte argümanlarla tartışılıyor.

Yönetişim
Yönetişim; bir ülkede kaynaklar üzerinde denetimi elinde bulunduran otoritenin, bu kaynakları ekonomik ve sosyal gelişme için nasıl kullandığını belirleyen gelenekler ve kurumsal yapı olarak tanımlanmaktadır. Halkın bu sürece etkin biçimde doğrudan katılımına ise ‘iyi yönetişim’ ismi veriliyor.

Yukarıda verdiğim genel tanım, şirketlerin ortaklarına ve müşterilerine olan sorumluluklarından insan haklarına, yerel yönetimlerden devletin düzenleyici rolüne kadar sosyal yaşamın hemen her alanını ilgilendiriyor. Özellikle devletin yeniden yapılanması gereğine işaret ediyor.

Yönetişim ile birlikte devletten beklenenlerin içerik ve biçiminde değişiklik olduğunu görebiliriz: Devlet, özel sektör ve toplum; ekonomik ve sosyal refahın artırılması, yaşam kalitesinin yükseltilmesi ve katılımla sosyal rızanın oluşması için ortak sorumluluklar taşımaktadır.

Sivil toplum alanında yaşanan siyahtan beyaza kadar olan tüm tartışmaların yönetişim için de tekrarlandığını söylemek hata olmaz. Genelde siyasal söylem düzeyindeki yaklaşımlar, yönetişim konusundaki tanım ve beklentilere de yansıyor.

Dünyada yönetişimi ifade etmek üzere değişik kurumlar tarafından dillendirilen yönetişim tanımları var. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), “Yönetişim, bir ülkedeki ekonomik, siyasal ve idari otoritenin her düzeydeki işlemleri yürütmesidir. İyi yönetişim ise vatandaşların ve toplumsal grupların kendi çıkarlarını korumak ve yasal haklarını kullanmak için gerekli mekanizmalar ve kurumlara sahip olmalarını gerektirir” diyor.

Yönetişim, otorite ile ‘yönetilenler’ arasındaki sınır ve kısıtların karşılıklı olarak geçirgen hale gelmesini ifade ediyor. Kısaca yönetişim, otorite ile onun dışında kalanlar arasında etkileşimli yönetim demek. Bu kavramı devlet ile halkın, sivil toplum kuruluşu ile üyelerin; şirket ile çalışanların ekonomik işletme ile müşterilerin etkileşimine kadar genişletmek mümkün.

Yönetişim Ne Zaman Gündeme Geldi?
Yönetişim kavramını, sosyal literatüre getiren olay, 1992’de Rio de Janeiro’da yapılan dünya zirvesi toplantısıydı. Daha sonraki yıllarda bu başlık üzerine çok sayıda çalışma yapıldı. Kuruluşlar konuya kendi yaklaşımlarını açıkladılar.

Örneğin Dünya Bankası, “Yönetişim, açık ve öngörülebilir bir karar alma sürecinin profesyonel bir bürokratik yönetimin, eylem ve işlemlerinden sorunlu bir hükümetin ve kamusal sürece aktif biçimde katılımda bulunan sivil toplum ve hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu bir düzeni ifade eder” şeklinde anlatıyor bu kavramı.

Yine Dünya Bankası: “Dünya Bankası, iyi yönetişim için şu faktörlerin öneminden söz ediyor: Kurallar ve sınırlamalar, halkın sesi ve katılım mekanizmaları, rekabet. Her ne kadar Dünya Bankası, küresel sermayenin çeşitli boyutlarda teori ve uygulama aracı olsa da yaklaşımlarını dikkatle izlemekte yarar var.

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ise “Yönetişim, bir ülkeni ekonomik ve sosyal kaynaklarının yönetiminde sahip olunan güç ve yetkilerin kullanımını ifade eder” şeklinde bir tanımlama yapıyor.

Sıraladığım bu tanımlara göre; iyi yönetişim; devlet yönetiminde temsil, katılım ve denetimin, etkin bir sivil toplumun, hukukun üstünlüğünün, yerinden yönetimin, yönetimde açıklık ve hesap verme sorumluluğunun, kalite ve ahlakın, kurallarla sınırlama ilgili bir olgudur. İyi yönetişim kavramı ile birlikte anlaşılması öngörülen diğer kavramlar şunlardır: Rekabet ve piyasa ekonomisi ile uyumlu alternatif hizmet sunma yöntemleri, bilgi ve ağ çağına uyumlu siyasal ve ekonomik düzen…

Bir noktaya açıklık kazandırmam gerekli. Gelişmiş ülkeler ve küresel sermaye tarafından bakıldığında; yönetişim politikaları, önceleri kamu tarafından servis edilen sağlık, enerji, eğitim sektörleri gibi alanların serbestleşmesi ve piyasanın bir parçası haline getirilmesi gibi düşünülebilir. Ama insan hakları, düşünce özgürlüğü, çevreye toplum tarafından sahip çıkılması, kamusal alanların denetlenmesi ve yurttaşlık bilincinin geliştirilmesi açısından bakıldığında yönetişim olgusu, az ve orta derecede gelişmiş ülkelerde farklı bir perspektif sunar. Bu nedenle yönetişim gibi konularda karar verirken ve yargıda bulunurken, kolaycı olmamak gerekir.

Yönetişim konusunda etkin çalışmalar yapan Avrupa Birliği (AB) yönetişim sürecinin sahip olması gereken ilkeleri şöyle sıralamaktadır: Saydamlık, vatandaşlara karşı sorumluluk ve hesap verme yükümlülüğü, katılımcılık, devletin rolünde değişim, adem-i merkeziyetçilik. İyi yönetişimin sağlaması gereken özellikler arasında şunları sayabiliriz: Yurttaşı, yönetimde etkin kılmak, yerel yönetimleri ve âdem-i merkeziyeti güçlendirmek, kültürel çoğulculuğa saygıyı ve farklılıklara hoşgörüyü geliştirmek, otoriter yönetim uygulamalarından katılımcı yönetim biçimlerine geçmek, cinsiyetler ve gelir grupları arasındaki farkı kapatmak, sivil toplumun kapasitesini ve yetkinliklerini artırmak, hesap sorulmasını (sayışabilirliği ve sosyal sorumlukları) sağlamak, kamu yönetiminde açıklığı uygulanmasını sağlamak…

Farklı Görüşler Var
Yönetişim konusunda farklı kesimlerin lehte ve aleyhte görüşleri olabilir. Ama eğer yeni günde yeni bir siyasal söylem olacaksa, yönetişimi var eden sosyal ihtiyaçlar konusunda vermesi gereken cevaplar olduğuna kuşkum yok. Toplumsal cinsiyet, enerji verimliliği, çevre koruma, bilgi açıklığı, kültürel çoğulculuk, genelde üçüncü kuşak haklar ve benzeri konularda olduğu gibi; yönetişim de zamanın ruhu ile gündeme gelen yeni bir ihtiyaçtır.

Dünyada olduğu gibi ülkemizde de sivil toplum konusunda farklı algılar. İşin özüne bakarsanız; sivil toplum (veya STK) anlamına gelmek üzere kullanıverdiğimiz üçüncü sektör, kâr amaçsız sektör, gönüllülük veya hükümet dışılık konunun genelde birbirinden ayrık olan farklı yönlerini dile getiriyor. Çoğu zaman bunları aynı kavramdan söz ediyor gibi algıladığımızda ise ciddi yanlışlar yapıyoruz. Aynı sorun yönetişim olgusunun başında da var. Bu kavramı daha öğrenmeye ve tartışmaya ihtiyacımız var. Art niyetli bakış açıları ile dünyanın gelişimini ifade eden objektif yönelimleri birbirinden ayırabilmeliyiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder