6 Haziran 2010 Pazar

Bir Zamanlar Eskişehir ve Yerleşim - 2

Bir Zamanlar Eskişehir ve Yerleşim - 2

Gürcan Banger

Türklerin Eskişehir bölgesi ile yakın ilişkileri 1074 yılına kadar geri gider. Bu tarihte Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu olan Süleyman Şah’ın Bizans İmparatoru VII. Mihal Dukas ile yaptığı bir anlaşma sonucu Eskişehir (o zamanki adıyla Dorylaion) ve Söğüt Türklerin egemenliğine geçer.

Bu tarihin ovanın ortasından geçen çayın Porsuk ismini alması ile yakından ilgisi olduğu söylenebilir. Süleyman Şah’ın İznik’i alarak egemenliğini yaymaya başlaması Selçuklu Sultanı Melikşah’ı rahatsız eder ve bu büyümenin denetim altına alınabilmesi için komutanlarından Emir Porsuk’u Anadolu’ya gönderir. Porsuk Çayı’nın ismini bu komutandan aldığı söylenegelir.

Türklerin Anadolu’da değişik soy ve devlet isimleriyle de olsa yayılım göstermesi, önce Bizans’ı, daha sonra Avrupa Hıristiyan toplumunu tedirginleştirir. Avrupalı Katolikler hem Bizans’ı hem de kutsal saydıkları toprakları Türklerin elinden ‘kurtarma’ derdine düşerler. Papa II Urbanus’un gayretleri ile toparlanan Hıristiyan güçleri 1096’da Birinci Haçlı Seferi olarak Kudüs’e ulaşmak üzere Anadolu’ya doğru harekete geçerler. Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan komutasında bir araya gelen Türk kuvvetleri 1097’de Eskişehir Ovası’nda (Dorylaion önlerinde) yapılan savaşta geri çekilmek zorunda kalırlar. Bu savaşta Selçuklu Sultanı’nın karargâhını kurduğu tepeye Sultan Höyüğü adı verilmesi nedeniyle daha sonraki dönemlerde Eskişehir’in ismi Sultan Höyüğü (Sultanöyüğü, Sultanönü) şeklinde anılır.

Savaş sonrası belli bir zaman dilimi için Eskişehir ve yöresinde Bizans gücü artar. Buna rağmen Türklerin Anadolu’daki yayılımı değişik egemenlik biçimleri ve isimleri altında sürer. 1147 yılında Avrupalı Hıristiyanlar, İkinci Haçlı Seferi adı verilen bir başka kurtarma harekâtına girişiler. Bir önceki seferde Bizans’ın ve İstanbul’un ‘kurtarıcı’ Haçlılardan gördüğü zararı bilen Bizans İmparatoru I. Manuel Komnenos, bu kez Türklerle (Sultan I. Mesud) ile bir anlaşma yapar. Savaş yine Dorylaion (Eskişehir) yakınlarında gerçekleşir; Haçlı ordusu büyük bir bozguna uğrar. (Dorylaion Ovası ve dolaylarında yapılan savaşlar, Eskişehir’in kaderini ve oluşumunu belirleyen temel faktörler arasında yer alır. Bu kentin bir savaş alanı olarak kabulü, bu bölgedeki yerleşimin uzun süre için -diğer Türk yerleşimlerinden farklı olarak- gerçek bir kent yerleşimine dönüşmesini engeller.)

Bu dönemde özellikle Doğudan gelen göçlerin etkisiyle Anadolu’da Türk nüfusu artış gösterir. Eskişehir ve bölgesi de bu göçlerden etkilenir. 1162 yılında İstanbul’u ziyaret eden Selçuklu Sultanı, burada Bizans İmparatoru I. Manuel Komnenos ile bir anlaşma imzalamıştır. Bu anlaşmaya göre; Eskişehir – Seyitgazi doğrusunun doğu tarafı Türklere, batısı ise Bizans’a bırakılmıştır. Her ne kadar bu anlaşmanın şartlarına uzun süre uyulmamış olsa da; sözünü ettiğimiz bölüşüm hattı, Türklere bırakılan alandaki Türk yerleşim yerlerinin Türk modeline uygun gelişimine biraz daha fazla vesile olmuştur.

1173 yılında Anadolu’ya gelen Arap seyyah El-Herevi, Eskişehir bölgesinde yer alan Seyyid Battal Gazi’nin mezarından ve Sultan Höyüğü’ndeki termal kaplıcalardan söz eder. El-Herevi’nin “Kitap al İşarat ila Marifat ez Ziyarat” isimli seyahatnamesinde lületaşından da söz edilmektedir. (bildiğim kadarı ile bu seyahatnamenin Türkçe baskısı ne yazık ki yok.)

1175 yılında Bizans İmparatoru Komnenos Dorylaion’da ilk kalenim dışına ikinci bir kale yaptırır. Fakat 1176’da Miryokefalon Savaşı’nda yenilen Komnenos, anlaşma şartları gereği kaleleri yıktırmaya mecbur kalır. Bu savaş sonrası Türk sınırı biraz daha Batıya kaymış olur. Azalan Bizans egemenliği ile birlikte Eskişehir bölgesinde Türk yerleşimleri güçlenir. Bu dönemde Sivrihisar’da Kılıç Mescidi ve Gecek Medresesi yapılır. Sivrihisar Ulu Cami ile Seyitgazi’de Ümmühan Hatun Türbesi ve Medresesi 13’üncü yüzyılda inşa edilir. Müslüman Türkler için dini yapılar, ilgili yerleşimin odağını oluşturduğundan bunların yapımı yerleşimin başlaması ve güçlenmesi olarak yorumlanmalıdır.

Sözünü ettiğim yüzyılda ve sonrasında Türkler Anadolu’ya akmaya devam ederler. Ama ekonomik yerleşimin ve sosyal – kültürel uyuşumun kolayca halledildiğini söyleyemeyiz. Bu topraklarda mevcut olan kavimlerle ve daha önce gelen Türk toplulukları ile yeni gelenler arasında bir dizi sorun ortaya çıkar. Bu sorunların yoğunlaştığı bir olay, 13’üncü yüzyılın ilk yarısında Babai Ayaklanması şeklinde ortaya çıktı. (Hikâyenin devamını -13’üncü yüzyıl ve sonrasını- bir başka hafta sonu anlatmaya devam ederim.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder