3 Haziran 2010 Perşembe

Ekonomi, Kültür ve Eskişehir - 2

Ekonomi, Kültür ve Eskişehir - 2

Gürcan Banger

Kentin neredeyse hiçbir biçimde küreselleşme olgusunun dışında kalması mümkün değil. Kent, bir düğüm noktası (odak, merkez) olarak kentte bulunuşu ve kurduğu bağlarla küreselleşmeden olumlu veya olumsuz etkilenebiliyor. Küresel ekonomiye bağlanmanın araçları arasında hava yolu, demiryolu, deniz yolu ile iletişim kanallarının özel yerleri var.

Ulaşım ve iletişim kadar önemli bir diğer konuyu hatırlatmam lazım. Eğer (mal ve hizmetlere ek olarak) bilgiyi kendiniz üretmiyorsanız, mevcut kanallarınızdan ancak başkalarının ürettiklerini tekrar edersiniz. Bu da sizi kentinize ve kendinize yabancılaştırır; küresel kültür ile aynılaşmaya başlarsınız; ekonominiz büyük bir hızla üretimden tüketime doğru kayma gösterir.

Bir kentin mal ve hizmetleri üretmesi, hiç kuşkusuz önemlidir. Ama unutulmamalı ki; ürün ömrünün kısaldığı, taklitçiliğin ivme kazandığı bir dönemde yaşıyoruz. Bu nedenle aynen işletmeler gibi kentler de bir bütün olarak inovatif (yenilikçi) olmak zorunda. Kentsel inovasyon; kültürden ekonomiye, sivil toplumdan yerel yönetime kadar tüm alanların içsel bir özelliği olmak durumunda. Bir kentte yer alan kurum ve kuruluşlar açısından teknolojik yenilikçilik son derece önemli; ama diğer yandan kentin tamamı özünde yenilikçi olabilmeyi başarmalı.

Kentte yenilikçi olmanın, muhtemelen inovasyonun diğer türlerinden ayrılan bir yanı var. Kentsel mekânı geliştirirken eski ile yeniyi birbirine eklemlemek gerekiyor. Mekân kullanımı anlamında yenilikçilik; tarihe, kültüre ve geleneğe saygılı olmayla birlikte anlam kazanıyor. Geçmişi yok ederek küresel rüzgârların etkisiyle aynılaşan kentler büyük bir hızla anlamsızlaşıp ‘yok-mekâna’ dönüşüyor.

Eskişehir dediğimizde tarih, kültür, kimlik ve geçmişten geleceğe uzatan ilişkilerle tanımlanmış bir mekân aklımıza gelmeli. Bir kentin mekânsal tanımlaması; ister geleneksel ister çağdaş, nasıl bakarsanız bakın, bu unsurları içermek zorunda. Peki; adı geleneksel çağrışım yapan Eskişehir’de de durum böyle mi? Odunpazarı semti ve Şeker Fabrikası gibi sayıları giderek azalan birkaç unsuru çıkarırsanız, Eskişehir’de ne gelenek kalmış, ne tarih, ne de ilişkiler kültürü… Kentin geçmiş kültürüne sahip çıkmaya çalışan insan adedi bile neredeyse sayılacak kadar az…

“Non-Lieux” isimli kitabıyla ismini duyurmuş olan Fransız antropolog ve filozof Marc Augé, bu tür özelliklerle oluşmayan (yani belirli bir kimliği ve tarihi olmayan) mekânlara “yok-mekân (non-lieux, non-lieu, non-place)” adını veriyor. Bir anlamda ‘yok-mekân’, tarihsel ve kültürel kökleri olmayan ve sanallık ruhu içinde yaratılmış (ve en önemlisi geçmişi reddederek yok etmeyi tercih eden) bir mimari veya teknolojik mekân anlayışıdır.

İnsanın kentle mekânsal bağlantısı şöyle bir örnekle tanımlanabilir. Gözleri bağlı bir kişinin gözlerini Dünya’nın herhangi bir kentinde açtığınızda, o kenti tanıyabiliyorsa, bu durumda o kentin bir kimliği var demektir. Bunları semtlere, mahallelere, sokaklara ve alanlara da indirgeyebilirsiniz. Eğer gözlerini açan kişi çevresinde gördüğü özgün olmayan yapılanmadan dolayı kenti tanımakta zorlanıyorsa, o kentin bir ‘kimlik’ sorunu var demektir. Yine o kentin insanla bağlarında sorunlar olduğunu söyleyebiliriz.

Sokakta veya caddede yürürken, çevrenize dikkat edin. Şimdi şunu söyleyin; bu kenti, başka kentlerden ayırt eden nedir? Eğer kendinizi o kent yerine, Strazburg veya Prag veya Viyana’da “gibi hissediyorsanız”, bu durumda Augé’nin söylediği gibi bir ‘yok-mekâna’ düşmüşsünüz demektir.

Çağın kentleri dönüştüren küresel anlayışı, her yeri birbirine benzetmeye çalışıyor. Bu, küreselleşmenin net sonuçlarından birisi... Sanki önemli olan, o kentin özgünlüğü ve kimliği değil. Adeta önemli olan, o kent içinde örneğin McDonalds’ı veya Carrefour’u veya Starbucks’ı ya da bir başkasını ayırt edebilmek… Bu yeni durum, ulusal ve yerel kimlikleri ortadan kaldırıyor. İngiliz, Fransız, İtalyan veya Türk olmanız önemli değil; önemli olan, örneğin McDonalds’ı fark etmeniz… Dolayısıyla tüm kentler, giderek birbirini andıran marka toplulukları haline dönüşüyor. Bir anlamda; “Kahrolsun kimlik, yaşasın küresel markalar” diye çığlık atıyor bugünün sıradan kentleri. İşte; kentin sanallaşması ve ‘yok-mekân’ haline dönüşmesi budur.

Kentler, giderek doğadan ve insandan kopuyor. Mekân ölçeği insan boyutlarını aşmaya başladı. Daha çok tüketebilmemiz için, insanın algılamakta zorlandığı yeni bir sanal dünya yaratılıyor. Adeta bilgisayar oyunlarındaki karakterlere benzemeye başladık. Başkalarının yarattığı dar bir iklimde yaşamaya zorlanıyoruz. Bu iklime dokunmak ve bu ortamın ilişkilerine insanca katılmak gün be gün zorlaşıyor.

Geçmişten ve gelenekten hızla uzaklaşıyoruz. İnsanın insanla ve doğayla iletişimi demek olan yaşamın uzağına düşüyoruz. Geri dönmek istediğimizde ise ne yazık ki, ulaşmak istediklerimizin tümünü yitirmiş olacağız. Geriye sadece sevimsiz aynılık ve monotonluk kalmış olacak. Bir yurttaş olarak ben; geleneği olan, tarihsel ve kültürel köklere sahip, gözlerimi açtığımda tanıdığım, Prag’ı veya Strazburg’u veya Viyana’yı kopyalamayan ama bizatihi Eskişehir’e benzeyen bir kentte yaşamak istiyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder