26 Ocak 2011 Çarşamba

Cinsiyet Ayrımcılığı ile Mücadele

Cinsiyet Ayrımcılığı ile Mücadele

Gürcan Banger

Erkek egemen bir toplumda yaşıyoruz. Ama yine de mağdur olmuşçasına erkeklerin kadınlar hakkındaki şikâyet ya da eleştiri içeren genellemeleri her ortamda duyularımıza yansır. Genellikle mağdur olan cinsiyet olmasına da bağlı olarak kadınlar da genel yargılar konusunda erkeklerden geri kalmazlar. Gerçekten kadınların şikâyet etmeye “Tüm erkekler…” diye bir genelleme ile başladıklarını dıymuşsunuzdur. Erkeklerin, kadınları “anlaşılması zor” olarak algıladıkları ise sık duyulan bir yaklaşım halindedir. Facebook gibi sosyal medya örneklerinde karşılıklı yargıların kimi zaman kırıcı sertliğe vardığını şaşırarak izliyorum.

Bu karşılıklı genel iletişimsizliğin arkasında, kadınların ve erkeklerin farklı beden ve ruh yapıları bulunduğu, nedense yeterince dikkate alınmaz. İnsanlar, iki farklı cinsiyet olarak birbirlerinin farklarını anlama yönünde yeterince çaba sarf etmezler. Hâlbuki bir algı ve iletişim denemesi bile, karşılıklı anlaşmayı çok daha kolay hale getirebilir. Kadın ve erkek; fiziksel, zihinsel ve duygusal olarak birbirinden farklıdır. Bunu doğru kavrayarak anlaşmanın ve uzlaşmanın doğru zeminini ve araçlarını bulup çıkarmak lazım…

Cinsiyetler arasındaki farkları kavramak için, bireylerin öncelikle kendilerini iyi tanımaları gerekir. Kendisi hakkında yeterli ve objektif bilgiye sahip olmayan birey, karşı cins ile arasındaki farkı kavramakta da zorluk çeker. Bu zorluk karşısında ise yaşamı kolaylaştırmak için “Siz erkekler…” veya “Bütün kadınlar…” gibi genellemeler üretmeye çalışır. Bu genelleme çabaları ise kolaylaştırmaktan çok, araya bir duvar örmeye yarar; iletişim şansını azaltır.

Kişilerin cinsiyetlerine bağlı ortak özellikler, iletişimin sadece bir yönüdür. Her birey, kendine özgü davranış modelleri geliştirerek, cinsiyetin kendine verdiği katı kalıpları esnetebilir. Bu nedenle; karşı cinsi kavrarken, onu tanımak için kendinize yeterli zamanı ayırmadan genel çerçeveye bağlanmamak gerekir. Hiç kuşkusuz; her bireyin, kendi cinsinden olan diğerlerinden ciddi kişisel farkları olabilir. Bireysel farklılıklara saygı göstermek ve bu anlamdaki farkı da doğru kavramak önemlidir.

Cinsiyet farkı; sadece bir beden farkı bir başka deyişle fiziksel ve biyolojik farklılık değildir. İnsanlık tarihi içinde öğrenilmiş kültürler de vardır. Her kültür, farklı cinsiyetlere farklı rol ve statüler biçmiştir. Bunlar, insanların yaşadıkları zamana ve toplumlara göre değişir. Bir Avustralya yerlisi erkeğin kadına bakışı ile bir Fransızın bakışı arasında muhtemelen genel farklar vardır. Yine; bundan yüz yıl öncesi ile bugün arasında Anadolu’da kadın ve erkeklerin birbirlerini algılamalarında farklılıklar oluşmuştur.

Erkek egemen toplumlarda erkek ve kadınların karşılıklı algıları, oldukça ilginç bir görünüm verir. Örneğin bazı örneklerde kadının sosyal açıdan özgürleşmesi, kadının erkekleşmesi olarak görünür. Genelde erkek tanımlarının geçerli olduğu bir dünyada kadınlar sosyal yaşamda var olabilmek için erkek normlarını kabul etmek zorunda kalırlar. Ülkemizdeki siyaset modeli bunun en belirgin örneklerinden birisidir. Çoğu zaman siyaset süreçleri, kadınların kendi farklılıklarını siyasal yaşama getirmelerine izin vermez. Zaten kadın siyasette erkeklerin adeta izin verdikleri sürece var olur. Bu olumsuz durumun (bir başka deyişle erkek rolünü kabul etme durumunun), bazı kadınlar tarafından benimsenmiş ve içselleştirilmiş olması ise gerçekten üzücü bir durumdur.

Geleneksel özellikleri yüksek toplumlarda değişimi sağlayacak asal unsurlar arasında kadınların bulunduğunu düşünüyorum. Çoğu zaman gençler ve kadınlar gibi genel sosyal kategoriler, değişim gücü olarak kabul edilmezler. Fakat gelenekselliği baskın toplumlarda kadınlara düşen özel bir rol var. Bunu, Türkiye’nin doğusunda kalan ülkeler (Doğu toplumları) için söyleyebiliriz. Yine Afrika ülkeleri için de bu tespitin geçerli olduğunu düşünüyorum.

Yukarıdaki değişimci kadın gücü tespitime rağmen, andığım ülkelerde kadınları yönlendirecek doğru fikriyatın da henüz oluşmadığı kanaatindeyim. Cinsiyet ayrımcılığına karşı mücadelede hiç kuşkusuz Batı kültüründen öğreneceklerimiz var. Ama toplumun genelde Müslüman olduğu ülkelerde Batı tipi feminizmin doğru “kadın ideolojisi” olduğundan emin değilim. Sanki Doğu toplumları için farklı türde bir söyleme ve pratiğe ihtiyaç var. Bir de; cinsiyet ayrımcılığı ile mücadeleyi kentlerin albenili ortamlarına sıkıştırmaktan kurtulmalıyız. Kırsalda ve kentlerin varoşlarında yaşama kazanılması gereken insanlar (özellikle kadınlar) var. Sivil toplum hareketi bu anlamda kendini Batıcı küçük burjuva elitizminden sıyırabilmeli.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder