5 Ocak 2011 Çarşamba

Demokrasi, Yurttaşlık ve Kent

Demokrasi, Yurttaşlık ve Kent

Gürcan Banger

Bildiğimizi sandığımız sözcükler var. Bunlara ilişkin kavrayışımız eksikli ve zayıf olduğunda o sözcüğü kendi bilgilerimizle inşa ederek farklı bir şekilde yorumlayıp deforme ediyoruz, şekilsizleştiriyoruz. Dolayısıyla örneğin demokrasi gibi içeriği zengin bir kavram hızla bir dezenformasyon (yanlış bilgi) unsuru haline dönüşüyor. Hele ki; dünyada o kavram üzerine yapılan teorik ve pratik katkılardan (çağdaş literatürden) bihaber isek iş, (deyim yerindeyse) Taş Devri Demokrasisi’ne dönüyor.

Demokrasi Nedir?
Eğer elinize bir genel amaçlı sözlük alır ve demokrasi sözcüğünü araştırırsanız, “halkın egemenliği temeline dayanan yönetim biçimi” şeklinde bir tanımlama ile karşılaşırsanız. Ama konuya çağdaş siyaset bilimi açısından baktığımızda; bu tanımın çoktan aşıldığını fark ederiz. Böylece; bu çağın siyaset kuramcılarından olan Chantal Mouffe’nin ifade ettiği gibi; artık demokrasinin öznelerin çoğulluğu olarak algılanmaya başlandığını gözleriz. Bu çerçevede; toplumda zaten var olan sosyal çok-kültürlülük, bireyler ve kurumların yeni çağda çok-kültürcü olmalarını zorunlu kılar..

Halkın İktidarı
Günümüzün demokrasi anlayışında halkın bir bütün halinde iktidarı elinde tutması ve/veya denetlemesi yeterli bulunmuyor. Zaten halkın iktidarı denen olgu da zafiyet içinde, eksikli bir siyasi temsilin ötesine geçemiyor. Benzer biçimde; yurttaşların birey olarak hukuklarının güvence altına alınması ve özgürlüklerinin tanıması da çağdaş demokratik ihtiyaçları tatmin etmek yönünde yeterli olmuyor.

Liberal anlayışın bireyleri kendi özgün renklerinden arındırarak soyut varlıklara dönüştürmesi, çağdaş kimlik arayış ve korumasına uygun düşmüyor. Küresel Çağ’da bireyler; etnik, kültürel ve/veya inanç temelli özelliklerinden soyutlanmadan, bunları yitirmeden var olmak istiyorlar. Çok yönlü farklılıkları ile temsil sisteminde yer alma çabasındalar. İşte; yeni demokrasi tanımının halkın iktidarı unsuru ile yetinmeyip sosyal öznelerin çoğulluğuna vurgu yapması bu nedenden dolayı…

Sosyal Alanlar
Günümüzde toplum birbiriyle ilişkili, kimi zaman kesişebilen bazı alanlardan oluşuyor. Bunların birincisi; temel olarak bireyler ve ailelerle ekonomiyi temsil eden özel alan. İkincisi; temel olarak devlet ve ilgili kurumlar ile temsil edilen siyasal alan. Üçüncüsü; devlet dışı toplumsal örgütlenmelerin yer aldığı sivil toplum alanı. Dördüncüsü; bireylerin görüş bildirdikleri, tartıştıkları, kararlar ve uzlaşılar ürettikleri kamusal alan…

Ne yazık ki; ne bugünün devlet modeli, ne geçerli hukuk anlayışı, ne de mevcut siyaset modeli; toplumun bu çoklu yapısının ihtiyaçlarını, artan demokratik talepleri ve yeni türden beklentileri karşılayabilecek yetkinlikte değil. Demokrasi anlayışında ortaya çıkan yeni açılımlar, kurumlar ve yapılar düzeyinde yeni uygulamalar gerektiriyor.

Sosyal Çatışma
Toplumda kimliklerin çoğalması ve yeni türden demokratik taleplerin artması, bir yandan sosyal uzlaşmayı zorlaştırırken, diğer yandan tek amaçlı çözümlerin ihtiyacı karşılamamasına neden oluyor. Nihai amacın, toplumda var olan tüm kesimlerin talep ve beklentileri ile uyumlu olması ihtiyacı giderek artıyor. “Bu ortamda çatışmadan kaçmak mümkün değil. Bana kalırsa, asıl olan çatışmanın kendisi. Toplumu oluşturan (ve çatışan) kimliklerin çoğalması ve farklılaşması, yeni bir yaklaşımı zorunlu kılıyor. Çok ölçütlü eniyileme adını verdiğimiz bu yaklaşım; çatışmaların, çok aktörlü toplumun ana hattı olduğunu ve çatışmadan kaçmak yerine onu yönetip çözebilmek gerektiğini saptıyor. Çok ölçütlü eniyileme sürecinin belli başlı özellikleri, bu sürece katılan bileşen ve ilişki sayısının çokluğu ile amaçlar dizisinin tek bir nihai amaca indirgenemeyişidir. Bu süreçte birden fazla hedef aynı anda göz önünde bulundurulur.”

İşin, güncel politika açısından gerçeği şudur: İçinde yaşadığımız toplumun sorunları; “Şu parti kapandı, bu parti açıldı” veya “Ali gitti, Veli başbakan oldu” ile çözülemez. Geleneksel siyaset, mevcut yapısıyla günün ihtiyaçlarını karşılamaktan çok uzakta. Bu nedenle; toplumun yukarıda sözünü ettiğim çerçeveyi tatmin eden yeni vizyona, söyleme ve uygulama programlarına ihtiyacı var. Bir kez daha tekrar ederim ki; mevcut siyaset zihniyeti ile çağdaş demokrasinin taleplerini yerine getirmeyi hayal etmek, “bitpazarına nur yağmasını beklemek” fazlasıyla hayalciliktir.

Bugün Demokrasi O Bildiğin Değil
“Demokrasiyi, halkın kendi kendini yönetmesi” olarak biliriz. Klasik bir tanım olarak yanlış sayılmaz; ama yaşadığımız çağ açısından bu tanımın eksikli olduğunu da söyleyebiliriz. Demokrasi, Antik Çağ’dan 20’nci yüzyılın son çeyreğine kadar olan dönemde; yönetim sisteminde halkın iradesinin egemen olması ve yönetenlerin halk tarafından denetlenmesi olarak anlaşılır. Bugün ise bu kavram; katılımcılık, çoğulculuk ve çok-kültürlülük gibi yeni unsurlarla değişime uğruyor. Değişim gerçekleşirken, bir yandan da yeni sorunlar ve temsili demokrasinin yetersizliğinden yeni ikilemler oluşuyor.

Dünya literatüründe demokrasi konusunda yeni açılımlar getiren o denli çok bilim ve düşün insanı var ki… Bunlar arasında – herhangi bir sırlamaya tabi tutmadan – aklıma geliverenler olarak Samir Amin, Hannah Arendt, John Rawls, Jürgen Habermas, Seyla Benhabib, Benjamin Barber, Chantal Mouffe, Carl Schmitt gibi isimleri sayabilirim. Saydığım ve saymadığım bu isimler, demokrasi teorisinin gelişmesi yönünde ciddi düşünsel çalışmalar, yaptılar, yapıyorlar. Gerçekten günlük yaşamda da demokrasinin anlamı biraz daha genişleyip zenginleşiyor. Örneğin demokrasiye uygun kişilik özelliklerine baktığımızda, artık demokrat olmanın pek sıradan ve kolay bir özellik olmadığını görüyoruz.

Duyarlı ve Farkında Yurttaşlık
Halkın, yönetim hakkını kullanıp işleyişi denetleyebilmesi için bireylerin sosyal, politik ve kültürel konularda duyarlı olmaları gerekiyor. Ancak çevresinde olup bitenlere karşı duyarlı olan insanlar, yönetime katılma ve denetleme konusunda irade ve inisiyatif sahibi olabilirler. Buna duyarlı ve farkında yurttaşlık diyebiliriz. Demokrasi, yeni bireysel özellikleri yanında toplu ve katılımlı irade olduğundan işbirliği, konunun önemli kavramlardan birisi olarak yer alır. Bu nedenle bireylerin birbirlerini kabul etme, karşılıklı saygı gösterme ve birlikte çalışabilme özelliklerine sahip olmaları gerekir.

“Ben yaptım oldu”, “Kimse benden iyi bilemez” veya “Bilirsem ben bilirim” tarzına sahip demokratiklik özelliği eksik insanları çevrenizde görebilirsiniz. Bu kişiler, asla yanıldıklarını kabul etmezler. Yanıldıkları zaman da “dün, dündür; bugün, bugündür” olur. Bu tür insanların zihninde paydaş kavramı oluşmamıştır. Hâlbuki demokrat bir birey, öncelikle yanılabileceğini ve bundan ders alıp tutum ve davranışlarını düzeltebileceğini kabul eden bireydir. Yaşamın paydaşlarla birlikte yer alınan bir ilişkiler ortamı olduğunu bilir.

Demokrat Kişilik
Gerçekten demokrat kişilik yapısı, her zaman yeni durumların olabileceğini kabul eden, dolayısıyla yeni gelişmelerle görüş ve düşüncelerine değiştirebileceğini benimseyen özelliktedir. Kimse yanılmaz değildir. Değişimin kendisinin bile değiştiği bir dünyada başka türlü olmak mümkün müdür?

Toplumumuzda en zor anlaşılan kavramlardan birisi de eleştiridir. Eleştiri, kolayca bir karalama kampanyası haline dönüşebilirken, eleştirilen de kritikleri kabul etmekte hayli zorlanır. Demokrat kişilik, hem eleştirilere tahammüllü olmayı hem de eleştirinin dozunu yapılan yanlışı düzeltmek olarak anlamayı zorunlu kılar. Eleştiri, denetlemenin en önemli araçlarından birisidir.

Demokrat kişi; saydam, esnek ve açık düşünceli olmalıdır. Demokrat insan, kendisini başkalarının yerine koyarak onları anlamayı becerebilen kişidir. Bu da bir diğer özellik olan uzlaşmacılığın kapısını aralar. Uzlaşmacılık, biteviye ödün verme anlamına gelmez tabii. Çatışmaları yönetip denetleyerek ortak kararlara varabilmeyi hedefler. Demokrat bir insanda aramamız gereken diğer iki özellik saygı ve hoşgörüdür. Bu iki özelliği yeterince geliştirmemiş bir insanın uzlaşmacı olması mümkün değildir.

Bir Sözüm de Belediyelerle Üniversitelere…
Belediyeler kendileri hakkında kamuoyu oluşturmak için değişik türden çalışmalar yapıyorlar. Ne yazık ki; bunların bir kısmı ancak “davul dümbelek belediyeciliği” denebilecek türden sabun köpüğü gibi uçup giden faaliyetler… Hele halkın kentlilik ve yurttaşlık kültürüne bir katkısı olduğu hiç söylenemez. Bir kent çağdaş bir yerleşim olmak istiyorsa, oranın yöneticileri o kentte demokrasi kültürünün yerleşmesine destek ve katkı vermek zorundalar.

Geleneksel hale getirilmiş bir “Demokrasi Kurultayı” ya da yılda veya iki yılda bir tekrar edilen “Kentte Demokrasi Kültürünün Genişletilmesi Sempozyumu” kente katkı yapıcı olmaz mı? İki üniversitesiyle övünen bir kente yakışmaz mı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder