22 Temmuz 2010 Perşembe

Bu Ülkede Örgütlü Demokrasi Mümkün mü?

Bu Ülkede Örgütlü Demokrasi Mümkün mü?

Gürcan Banger

“Başbakan Erdoğan, Meclis grup toplantısında 12 Eylül'de yapılacak referandumda anayasa değişiklik paketine neden 'Evet' denmesi gerektiğini anlatmak için 12 Eylül döneminde idam edilen gençlerin mektuplarını okudu.” Haber böyleydi. Konunun iç siyaset amaçlı‘ kullanılıp kullanılmadığını’ bir yana bırakıyorum. İktidar ve muhalefet kendi vaveylaları içinde bu konuyu çekiştirip dursunlar. Bence konunun vahim olan boyutu, topluma gözdağı vermek adına iki genç insanın kanıtlanamamış bahanelerle peşpeşe birkaç saat içinde idam edilmeleri…

Bunlardan birincisi; suçsuz olduğu halde 12 Eylül iktidarı tarafından idam edilen sol görüşlü Necdet Adalı… Özü açısından olayın ayrıntısı da idam kadar vahim: “Adalı 1977 yılında Ankara'da Yıldırım Beyazıt Lisesi'nde öğrenciyken Ankara İsmetpaşa'da bir kahvehanenin taranması olayıyla ilgili olarak tutuklandı ve yargılandı. Ulucanlar Cezaevi'nde tutuklu bulundu. Bu sırada gerçekleştirilen bir firar eylemine ‘nasıl olsa suçsuzluğunun anlaşılacağını’ ileri sürerek katılmadı. Kendisini yargılayan mahkeme başkanı Albay Hamdi Sevinç'in Adalı'nın suçsuz olduğunu ileri sürmesine karşın, mahkeme heyeti tarafından suçlu bulundu. Karara şerh koyan Sevinç bu tutumu nedeniyle ceza aldı ve daha sonra ordudan istifa etti.”

Diğer genç ise Necdet Adalı’dan birkaç saat sonra 12 Eylülcüler tarafından idam edilen sağ görüşlü Mustafa Pehlivanoğlu… Onun hikâyesi de kabul edilebilir gibi değil: “Mustafa Pehlivanoğlu mahkeme süresi boyunca polis ifadesinin işkence zoruyla alındığını ve kendisinin masum olduğunu iddia etti. İdam kararını veren Sıkıyönetim Mahkemesi Hâkimi Ali Fahir Kayacan daha sonra anlattığı anılarında, Mustafa Pehlivanoğlu'nun asılan solcu Necdet Adalı'ya denge olsun diye idam edildiğini belirtti. Ailesi idamı ancak infazdan 3 gün sonra çocuklarını ziyarete geldiklerinde öğrenebildi.”

Öyle anlaşılıyor ki; bu iki genç topluma gözdağı verip korkutarak sindirmek için silahlı eylem iddiası ile idam edildiler. 12 Eylül’ün ilk kurbanları oldular. Pek çok insan insan haklarına aykırı olan zulüm gördü. Bilineni ve bilinmeyeni ile sayısız can, sağlık ve mal kaybı oldu. Ama ‘iş’, bu kadarla da kalmadı. Yine aynı süreçte örgüt sözcüğü ile ‘gizli örgüt’ terimi birbirine eşlenerek insanların demokratik örgütlenme hak ve özgürlüklerinin kullanımına engeller konuldu. Çünkü darbe iktidarının herhangi bir muhalefet biçimine tahammülü yoktu.

Bugün de 12 Eylül Darbesi’nden kalma bir ‘kötüleme politikasının’ izi olarak ‘örgüt’ sözcüğünü sevmiyoruz. Adeta bu sözcüğü yasa dışılığa mahkûm etmiş gibiyiz. Bu durum, insanların sivil toplum örgütlerine ve siyasal partilere ilgisini olumsuz etkiliyor.

Örgüt, ortak bir hedefi veya işi başarmak için bir araya gelmiş kişilerin veya kurumların oluşturduğu birlikteliktir. Bu çerçevede firmalar, ekonomik işletmeler, dernek veya vakıf gibi sivil toplum kuruluşları, meslek odaları ve siyasal partiler örgüt tanımlaması içine girerler. Dolayısıyla kendi başına örgüt, elma veya armut kadar ‘masum’ bir kavram ve sözcüktür. ‘Suç örgütü’ ile genel anlamda ‘örgüt’ sözcüğünü aynılaştırmak, ancak toplumun bilinçlenmesinin ve yönetimi denetleyecek güç oluşturmak üzere bir araya gelmesinin önünde durmayı hedefleyen ‘sonsuz iktidar meraklılarının’ bir isteği olabilir.

Bir örgüt oluşturmak, devamında o topluluk içinde bir kültür oluşmasını da beraberinde getirir. Bu kavrama ‘örgüt kültürü’ adı verilir. Nasıl aile, kültürün alışverişi için bir ortamsa, herhangi bir örgüt de ortak kültürün değiş tokuş edildiği bir birliktelik iklimidir. Örgüt kültürünün nitelikleri ise ilgili örgütün kalitesi hakkında ciddi ipuçları verir.

Örgüt kültürünün önemli unsurlarından birisi iletişimdir. Bir başka deyişle; örgütteki bilgi, haber veya iç işleyiş talimatlarının bireyler ve kurullar arasında nasıl iletildiğidir. Kurumsallık özelliğini kazanmış örgütlerde iletişim, iyi tanımlanmış ve genelde yazılı hale getirilmiş yol ve yordamlarla yapılır. Kulaktan kulağa iletilen doğruluğu şüpheli haberler, dedikodular gibi informal şekillerde yapılan iletişim, ancak kültürel olarak az gelişmiş örgüt türlerine özgüdür.

Dedikodu ve eleştiri adı altında karalama kampanyalarının alışkanlık haline geldiği örgütlerde bireyler bu iklimden son derece olumsuz etkilenirler. Birlikte iş yapma ve ortak çalışma imkânları hızla azalır ve örgüt, bir iç çatışma ortamına dönüşür. Sağlam yapılandırılmış kurumsal bir örgütte dedikodu ve karalama türünde hastalıkların kolayca yaygınlaşamadığı iyi bilinir. İç çalkantılarla biteviye sarsılan bir örgütün, birey kalitesinden de kuşkulanmak gerekir. Çoğu zaman düşük kaliteli bireylerden oluşan örgütlerde iyileşmeyi sadece eğitimle elde etmek de mümkün değildir.

Her örgütte iktidarı ele geçirmek ve güç elde etmek isteyenler vardır. Örneğin sivil toplum kuruluşlarının siyasî basamak olarak kullanılması amacıyla güç arayışı çok yaygın ve iyi bilinen bir örnektir. Kimi zaman ise kişiler sadece bir etiket ve makam sahibi olabilmek için sivil örgütlerin başkanlığı ve yöneticiliği için mücadele verirler. Sadece ‘vitrinde durup iltifata mazhar olmak’ gibi kişisel bencilliklerle bu tür güç arayışı yapan hastalıklı ruhlara her tür örgütte rastlamak olanaklıdır.

Bir örgütte başarı, birikim ve deneyim dışında güç elde etmenin araçlarından birisi ‘böl ve yönet’ taktiğidir. Yukarıda saydığım nedenlerden herhangi birisi adına güç elde etmek isteyenler, bu amaçlarına yönelik olarak kendilerini veya çevrelerindeki insanları olduğundan farklı gösterme, küçümseme, dedikodu ve karalama kampanyaları aracılığı ile iç çatışma yaratmaya çalışırlar. Okumak ve araştırmak, emek ve kaynak ile zaman ayırmak, gücü ‘ucuza’ elde etmek isteyenler için tercih edilen bir yol değildir. Örgüt veya toplum içinde parçalanma yaratarak yönetilebilir küçük gruplar oluşturmak, zararlı ‘parazit güruhunun’ sivil ve siyasal örgütlerde en sevdiği yaklaşımlar arasında yer alır.

Bir öneri ile bitirmek istiyorum. Eğer bir dernek, vakıf ya da siyasal parti üyesi veya gönüllüsü iseniz, şu noktaya dikkat etmenizi öneririm. Eğer sizin de bulunduğunuz bir toplulukta, orada bulunmayan başka yönetici veya üyeler hakkında dedikodu ve karalama yapılıyorsa, (bir sorumlu insanlık görevi olarak) mümkünse buna engel olmaya çalışın. Engel olamıyorsanız, bu iklime katılmamaya özen gösterin. Çünkü aynı anlayış, sizin bulunmadığımız ortamlarda da sizin hakkınızda dedikodu veya karalama yapıyor olabilir. Başınıza gelmesini istemediğiniz her ne ise, hem kendinizin hem de örgütünüzün ayakta kalabilmesi ve sürekliliği için bu duruma üst düzeyde önem verin. Katıldığınız her dedikodu ve karalama ortamının size ve kuruluşunuza olumsuz anlamda ‘yol ve köprü’ olarak geri döneceğini asla unutmayın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder