14 Temmuz 2010 Çarşamba

Fast Food, Slow Food

Fast Food, Slow Food

Gürcan Banger

Fast food, hızla hazırlanıp aynı hızda servis edilen yiyecek tipine verilen isimdir. Sandviç, tost, hamburger ve benzeri kısa hazırlanma süresi olan her tür yiyeceğe fast food adı verilebilir. Genel olarak fast food sözcüğü, önceden hazırlanmış veya pişirilmiş bazı malzeme ile birlikte bir lokanta veya benzeri işletmede hızla servis edilen yiyeceği anlatmak üzere kullanılır. Amerikan kültürünün bir uzantısı olarak dünyanın (dolayısıyla kentlerimizin) her yerini sarmış olan fast food işletmeleri nedeniyle konu hakkında bilgi sahibi olmayanımızı bulmak hayli zor sayılır.

Her hareket, bir süre sonra kendi karşıtını oluşturuyor. 1989 yılında İtalya’da başlatılan Slow Food hareketi, fast food türünün oluşturduğu hızlı yaşam tarzına karşı geliştirilmiş bir akım… Yerel yemek geleneklerinin yitirilmesine karşı bir farkındalık yaratma ve tepki oluşturma amacıyla örgütlenmiş. Geleneksel ve bölgesel mutfakları korumayı, yerel ekosisteme uygun tohum ve bitki yetiştirmeyi savunuyor. Hareketin 132 ülkede 100 binin üzerinde katılımcısı olduğu söyleniyor. Bu hareket, yerel convivium’lar halinde örgütleniyor. Günümüzde dünyada 850’nin üzerinde slow food convivium’u olduğu ifade ediliyor. (Convivium, coğrafi olarak diğer gruplardan ekotip olarak farklılaşmış bir topluluğu ifade etmek üzere kullanılan Latince kökenli bir sözcük. Birlikte yeme – içme gibi bir anlam içeriyor.)

Slow food hareketinin düşünce oluşturucuları, bu oluşumların; “Yemeğimiz nereden geliyor?”, “Ürünler hangi tohumlarla yetişiyor?”, “Yemeğimizin tadını oluşturan faktörler nelerdir?”, “Yemek seçimlerimiz kültürümüzü nasıl etkiler?” gibi sorulara cevap aradığını belirtiyorlar. Slow food’u yakından incelediğimizde; sivil toplum ve insan hakları eksenli bir sosyal hareket olduğunu görüyoruz. Hareket, özünde kapitalizmin sınırsız ve hızlı tüketim anlayışına karşı çıkmayı amaçlıyor. Dolayısıyla insanın yeme – içme eyleminin basit anlamda bir doyma beklentisi olmadığını, tad almanın da bir insanlık hakkını olduğunu belirtiyor. Hareketin söylemini büyük ölçüde oluşturan Carlo Petrini yiyeceklerin sahip olması gereken üç özellikten söz ediyor: İyi, temiz ve adil…

1949’da İtalya’da doğan Carlo Petrini Uluslararası Slow Food Hareketinin kurucusu olarak tanınıyor. İsmi ilk kez 1986’da Roma’da bir MacDonalds restoranının açılmasına karşı düzenlenen kampanyada duyulmuş. Petrini’nin sosyal yaşama aktif katılımı 1977’de sol kanat gazete ve dergilere makaleler yazarak başlamış. Slow Food Editore isimli yayınevinden çıkan pek çok eserin editörlüğünü yapmış. La Stampa’da yazılar yamış. 2004 yılında Time Dergisi, kendisini yılın kahramanlarından birisi olarak seçmiş. Petrini, 2004’te Gastronomik Bilimler Üniversitesi adıyla bir okul kurmuş. Okulun amacı, tarım ile beslenme (gastronomi) arasındaki boşluğu dolduracak çalışmalar yapmak… Sözün kısası Petrini, entansif gıda üretimine ve hızlı aşırı gıda tüketimine karşı her boyutta mücadele etmeye devam ediyor.

Dünyada Slow Food Hareketine benzer başka oluşumlar da var. Bunlar arasında Slow Money, Ark of Taste, Cittaslow, Slow Movement ya da Voluntary Simplicity (Gönüllü Sadelik) gibi benzer veya farklı alanlardaki örnekleri saymak mümkün. Bunlardan Gönüllü Sadelik Hareketi hakkında geçmişte yazmıştım. Bu hareketler kimi zaman haklı gerekçelerle yola çıkmalarına rağmen etkilenme biçimleri veya hedefleri açısından ciddi eleştirilere de uğrayabiliyorlar.

Fat-Guy.com isimli Internet sitesinin yayıncısı ve eGullet isimli sitenin kurucularından gıda yazarı ve avukat Steven A. Shaw, Slow Food Hareketini hedonizmi (hazcılığı) sol siyasal söylem ile karıştırmış bir hareket olarak tanımlıyor. (Hedonizm / hazcılık, hazzın mutlak anlamda iyi olduğunu, insan eylemlerinin nihai anlamda haz sağlayacak bir biçimde planlanması gerektiğini, sürekli haz verene yönelmenin en uygun davranış biçimi olduğunu savunan görüştür.) Hareketin hazcı boyutunun küreselleşme karşıtı olan yanını zedelediğini söyleyerek eleştirilerini sürdürüyor.

Slow Food türünde hareketlerden toplumumuz da nasibini alıyor. Özellikle büyük kentlerde fazla geniş olmayan topluluklar bu tür söylemlerin takipçisi olabiliyorlar. Ama genel bir gözlem olarak takipçi olmanın ötesine geçemiyoruz; çünkü dünyada olup bitene tepki verecek düşünsel zenginliği ve üretkenliği yakalamakta zorlanıyoruz. Kanımca Slow Food Hareketinin bize bir kez daha hatırlattığı budur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder