25 Temmuz 2010 Pazar

Meşk ve Ney

Meşk ve Ney

Gürcan Banger

Doğu kültüründe müziğin yeri Batıdakinden biraz farklı... Felsefe, din ve müzik Doğuda fazlasıyla iç içe geçmiş bir görünüm veriyor. Bu bağlamda Doğu müziğinin en önemli enstrümanı olan neyin de özel bir yeri var. Bir bakıma ney, bendir ile birlikte Doğu felsefesinin, dolayısıyla Doğu müziğinin temel enstrümanlarından biri olarak duruyor.

Görünüm ve yapım açısından en basit yapılı saz olan ney, muhtemelen felsefe ve insanla iç içe geçmiş yapısını bu özelliğinden alıyor. Genelde saz bitkisinden (kargı kamışından) bir boruya delikler açarak yapılıyor. Bu delikler, diğer enstrümanlardaki perdeler anlamına geliyor. Bizim geleneğimizde örneğin bağlama çalmak dendiği halde; ney için üflemek sözcüğü kullanılır. Ney üfleme tabirinin kullanımı, bu saza verilen önem ve değerle ilgilidir. Üflemenin mecazi anlamı, yaratıcının (İslam dininde Allah’ın) insanı yaratışında ruhunu bedene üflemiş olması benzetmesinden kaynaklanır. Kaşgarlı Mahmut’un Divan-ı Lügat-it Türk’te ifade ettiğine göre ölüm törenlerinde acıyı anlatan sagu söylenirken ney üflenirmiş.

Ney, çalma (üfleme) tarzı açısından da pek çok nefesli Batı ve Doğu çalgısından ayrılır. Ney üfleme becerisi, emek ve zaman ister. Diğer nefesli sazlarda olduğu gibi ilk ele alışta (üzerine delikler delinmiş boş bir boru olan) neyden bir ses çıkarmak mümkün değildir. Bu nedenle ney üflemek, bir ustalık ve duyumsama yetkinliği ile eş tutulur.

Neye merak salana kadar müziği unutmuş gibiydim. Ney vesilesi ile sonunda müziğe haksızlık ettiğimin farkına varabildim. Gecenin bana ait olan geç saatlerinde odamda beynimin sınırlarında dolaşarak çalışırken, zaman zaman değişik türlerde müzik dinlediğim halde bu konuda yazmayı, nedense aklıma getirmemişim.

Sevdiğim müzik türlerinin başında halk türküleri gelir. Bir uzun havanın, bozlağın, mayanın, ağıtın (velhasıl bir yanık türkünün) verdiği lezzeti pek az müzik türünden alabiliyorum. Başka ülkelerin halk müziğini de dinlemeyi seviyorum. Sanırım, insan sesindeki o doğallığı duymak, o insani ses titreşimlerini en yalın biçimiyle hissetmekten hoşlanıyorum.

Klasik Türk müziği kapsamında düşünebileceğimiz Osmanlı-Türk musikisi ise ben de bir görkem ve soyluluk duygusu uyandırıyor. Bu müzik ile en sade insani duygular bile bir görkem zirvesine ulaşıyor bence.

Bu soylu müzik türü, esas olarak Osmanlı-Türk kültürüne dayanıyor. Köklerini bu kültürde bulup orada yeşerip bir dev ağaç halini almış. Bu müziğin öğrenilmesi, icra edilmesi ve nesiller arasında aktarılması Batı müziğine göre önemli farklılıklara sahip.

Osmanlı-Türk musikisinin Batı müziğine göre bazı ciddi teknik farklılıkları olmakla birlikte ana ayırım noktası temel öğretim yöntemi olan meşk üzerine kurulmuştur. Meşk, bir usta-çırak ilişkisidir.

20’nci yüzyılın ilk çeyreğine kadar klasik Türk musikisi öğretimi ve aktarımı meşk adı verilen yaklaşıma uygun olarak yapılırdı. Meşk, eski kullanım biçimiyle bir öğretmenin aynını yapmaları için öğrencilerine verdiği yazı, resim veya benzeri örnek anlamına gelir. Müzik olarak düşündüğümüzde ise meşk, müzik parçasının ses ve saz olarak öğretmen ile birlikte söylenip çalınması demektir. Müzik meraklılarının zamanın ustalarından ders aldıkları mekânlara da ‘meşkhane’ adı verilirdi.

Meşk, müzik öğretimi açısından oldukça basit bir yöntemdir. Önce müzik parçasının sözleri öğrenciye yazdırılır, ardından öğrenci, ustanın (hocanın) çalıştırdığı örneği, doğru biçimde icra edinceye kadar tekrar ederdi. Burada doğruluk ölçüsü, hocanın icrasına benzetebilmekti.

Bir icracının başarısı, bir eseri doğru okuması kadar çok sayıda eseri hıfz etmiş (ezberlemiş) olması ile ölçülürdü. Osmanlı-Türk musikisi eserlerinin doğru biçimde ezberlenmesi aynı zamanda bunların kuşaklar arasında aktarılabilmesini de sağlıyordu. Bu öğretim modeline destek veren, özellikle 19’uncu yüzyılın ikinci yarısında basılmış ünlü güfte ve usul dergileri vardı. Klasik Türk musikisine meşke alternatif olarak Batı tarzı nota yaklaşımlarının girmesi, ancak 20’nci yüzyılın ilk çeyreği sonrasında gerçekleşmiştir.

Tabii ki, meşk yönteminin bazı sakıncaları da görülmüştür. Bu yöntemde güfte ve usul işaretleri dışında yazı ve nota kullanılmadığı için bazı eserlerin kaybolup gitmiş olması şiddetle muhtemeldir. Kaybolmanın ana nedeni, meşkin dayanak noktasını oluşturan ezberleme yaklaşımıdır. Örneğin o dönemde pek ilgi görmeyen eserlerin ezberlenmemiş ve aktarılmamış olması bir olasılıktır. Yine icrası çok zor olan eserlerin aktarılamamış olması ihtimali de yüksektir.

Meşk (hele ki, aşk ile meşk), geleneksel sanatın bize bıraktığı özgün bir mirastır. Bu geleneksel kültür unsurunun hatırlanıp bilinmesinde yarar umarım. Bu arada; ister klasik, ister çağdaş bir müzik aletini çalmayı, bir müzik türünü icra etmeyi deneyin, müziği dinlemenin ötesinde icra etmenin keyfine varın, derim. Belki birer usta olamayız ama amatör icracılar olarak tat alabileceğimiz bir keyif noktası olsa gerek.

İnsanın olağan yaşamı dışında ilgileri, merakları ve hevesleri olmalı. Bir enstrüman çalmaya çalışmak insanı ruhen dinlendiren uğraşılardan birisi… Aynı zamanda ruh tatmini açısından besleyici özelliği de var. Örneğin ney konusunda yapacağınız bir okuma, ruh ve müzik arasındaki bu bağlantıyı açıkça ortaya koyacaktır. Müziğiniz eksik olmasın…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder