15 Temmuz 2010 Perşembe

Değişim Ekip Fırtına Biçmek

Değişim Ekip Fırtına Biçmek

Gürcan Banger

İlk halini 1996’da yazıp yayınladığım daha sonra 2000’de geliştirip yeniden yayına verdiğim “Siyasal Kalite” kitabımın arka kapağına bilişim ve iletişimin her alana yaydığı esintiyle “Değişimin kendisi de değişiyor” yazmıştım. Bugün bu söz bile yeterli değil. Şimdi ise her şey ivmelenerek biteviye yükselen hızlarda değişmeye devam ediyor.

20’nci yüzyıl, modernleşmenin peşpeşe fırtınalar estirdiği bir çağdı. Bu çağda daha fazla tüketmek de modernliğin bir unsuru olarak anlaşıldı. Giderek günlük yaşantımız, doğallık dışında yapay olarak üretilmiş ürünlerle doldu. Genetik olarak değiştirilmiş organizmalarla (az da olsa GDO’ya tavır alsak bile) bu durumu hâlâ yaşamaya devam ediyoruz. Sanayi Toplumunda plastik gibi buluşlara alkış tutan tavrımız, bu tür sentetik maddelerin insan sağlığına ve doğal yaşama olabilecek zararları ile dikkatli ve seçici olmaya dönüştü. Son yıllarda sadelik ve doğal ürünlere geri dönüş konusunda ciddi bir eğilim oluştu. Bu değişim, sivil toplumdan sanayiye doğru yaşamın her alanına dalga dalga genişliyor.

Doğallığa geri dönüş çabalarıyla birlikte; alternatif tıp arayışlarının da derinleşip çeşitlenmeye başladığını gözlüyoruz. Her ne kadar alternatif tıp başlığını abartarak doğallığın tadını kaçırmaya başlasak da; bu yönlü gelişmeleri takdirle karşılamak lazım. Ama alternatif tıp maskesi altında ilaç endüstrisinin yeni bir tüketim alanı yarattığını da gözden kaçırmamak gerekli… Bitkisel ürün başlığı altında insanlar, biteviye yeni ilaçlar tüketmeye teşvik ediliyor. Gerçek bilim insanları doğallık altında takdim edilen bu tıbbi ilaç özendirmesinin kuşkuyla karşılanması konusunda bizi uyarıyorlar.

Kapitalizmin (dolayısıyla kâra odaklanmış iş dünyasının) sürekli olarak yeni ihtiyaçlar üretme çabası her zaman olacaktır. Çünkü daha çok satış ve daha çok kâr üzerine kurulmuş bir ekonomik model varlığını başka türlü sürdüremez. Artık kapitalist üretim sistemi sadece mal ve hizmetleri yeniden üretmiyor; aynı zamanda yeni ihtiyaçların oluşturulmasında da hayli gayretli… Ama bu süreçte doğal yaşama geri dönüşü de sıcak karşılamak ve desteklemek gerekir. Geleceğin temel eksenlerinden birisinin sadelik ve doğal yaşam olacağı kanaatindeyim. Daha önceki yazılarımda da dile getirdiğim Gönüllü Sadelik ve Slow Food gibi hareketler naif biçimde de olsa bu yönelimlerin kamusal alandaki belirtileri olarak görünmeye başladı.

Yaşadığımız zaman diliminde sivil toplum kuruluşlarını ayırt ederken; bu örgütlerin toplumsal yarar üretmeleri ilkesinden altını özenle çizerek söz ediyoruz. Diğer yandan; ekonomik işletmelerin sosyal sorumluluk anlayışı da bu dönemde ısrarla öne çıkarılan bir diğer yaklaşım tarzı oldu. Dünyayı yok ettiğimizin ve yaşam çevremizi hızla yaşanamaz hale getirdiğimizin farkına vardığımız zamandan beri toplumsal yarar olgusu daha önemli hale geldi. Bu çerçevede hem bireysel hem de grupsal yaşamımızda kendimiz için daha doğaya dönük yeni anlamlar arıyoruz. Sanayi Toplumunun barbarca tüketmek düşüncesinden daha sürdürülebilir bir yaklaşıma geçme konusunda adımlar atmaya çalışıyoruz. Doğrusu adımlarımızın kâr güdüsüne karşı ne denli başarılı olabildiğinden henüz emin olamıyoruz.

Yüksek hızlı değişim mevcut değerleri hızla eritiyor. Bu bağlamda sadece değerleri değil, araçları da kaybediyoruz. Öyle ki; geleneksel iletişim yaklaşımlarımızı bile giderek yitiriyoruz. Bayram ziyaretleri ve toplu kutlamalar her geçen gün daha az ilgi görüyor. Geleneksel değerlerimiz ve davranış biçimlerimiz, bir fast food yaşamı içinde tüketilip gidiyor. Diğer yandan bilişim ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler, insanlar ve kurumlar arası yepyeni açılımlara neden oldu. Adeta fiziksel sınırlar ortadan kalktı ve sınırsız bir iletişim modelleri manzumesine geçildi. Muhtemelen bu yeni durum, sosyal ve kültürel yönden geleneksel olanı ikame edecek yeni tarzlar geliştirmemize vesile olacak. Örneğin yakın zamana kadar Internet ortamının yüksek popüleriteye sahip Facebook’u bile belli yaş gruplarının (29 yaş öncesi yaş kuşağının) ilgi alanından çıkmaya başladı.

Kimi zaman postmodern olarak anılan bu çağda; kimlikler konusunda fikrî değişime uğradık. Bazı kimlikleri üstümüzden atarken, özellikle etnik, kültürel ve itikadi alt kimliklerimizi daha fazla ön plana çıkarmaya başladık. Bunda küreselleşmenin yerel ve özgün olanı hızla yok etmeye başlamasının etkisi var. Küresel aynılaşma, duyarlı insanları iğneli fıçıya sokulmuş gibi rahatsız ediyor.

Küreselleşme olgusu dünya halklarının kültürlerinde bir aynılaşma yaratırken, buna tepki olarak alt kimliklere dönme eğilimi oluştu. Ama bu duruma kilitlenip kalmamak lazım… Muhtemelen sürecin ilerleyen aşamalarında kimlikleşmenin yeni biçimlerini görebiliriz. Ama alt kimliklere geri dönüşün, farklılıkların zenginliği olarak isimlendirilen bir bakışa yol açtığını da görmeliyiz. Farklılıkların doğru kavranması, aynı zamanda ayrımcılık sorununun giderilmesi sürecinde de olumlu etkiler yapıyor.

Yaşadığımız dönemin, netleşmenin henüz oluşmadığı ‘aktif kompleks’ bir zaman dilimine denk düştüğü kanaatindeyim. Kimyada ‘aktif kompleks’ durumdaki maddenin belirsizliği gibi; insanlar ve kurumlar olarak bizler de farklılaşmanın ve dönüşmenin değişik düzeylerini yaşamaya başladık. Ama bu dönemde belli başlı eğilimlerin tespiti, geleceğin doğru kavranıp öngörülmesinde çok değerli olacaktır. Farkında ve uyanık olmak gerekiyor. Her zamankinden çok daha fazla…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder