19 Ağustos 2010 Perşembe

Alla Turca

Alla Turca

Gürcan Banger

İşletmelerde ilgilendiğimiz işler, genel olarak insan-makine sistemleridir. Bu tür sistemlerin en sorunlu olan bölümü, insan unsurudur. Bu nedenle; işletmenin önemi iyi anlaşılması gereken unsuru da insandır.

İnsan unsuru ile yaşadığımız sorun, yönetim aşamasına geldiğimizde birkaç kat daha önemli hale gelir. Bu nedenle işletmemizdeki insan olgusunu doğru kavramak ve gerekirse önlemleri buna göre almak zorundayız.

İşletme, sadece makineler ve o ortamda çalışan insanlardan oluşmaz. Eğer bir sistemde insanlar varsa; onlarla ilgili alışkanlıklar, korkular, inanışlar, velhasıl bir kültür demeti var demektir.

Bir işletmede insanların taşıdığı kültür ise doğrudan içinde yaşanılan toplumla ilgilidir.
Dolayısıyla bir işletmedeki yöneticilerin öncelikle bu sosyal kültüre ilişkin bazı özellikleri iyi bilmesi gerekir.

Alaturka, İtalyanca kökenli bir sözcüktür. Eski Türk gelenek, görenek, töre ve yaşamına uygun olan anlamına kullanılır. Bu topraklarda yaşayan insanlar olarak bizim yaşam, düşünce ve davranış modelimizi ifade eder.

Alaturka sözcüğü, zaman içinde çıkış anlamını yitirerek “düzensiz ve yöntemsiz” anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Doğu toplumlarına özgü yönetim anlayışı ile yönetici tipini ifade etmek üzere kullanılır olmuştur.

İş ve sosyal yaşamımızda alaturkalık; plansızlık, gelecek tasarımı eksikliği, günlük aşama, kolaycılık, taklitçilik, laubalilik, disiplinsizlik, rasgele davranma ve gereksiz duygusallık olarak yer etmiştir.

Az gelişmiş ülke toplumlarını incelediğimizde; az sonra sayacağımız özelliklerin pek çoğunu gözlüyoruz. Haksızlık etmemek adına; önemli sosyal ve ekonomik değişiklikler gösterdiğimizi söyleyebiliriz. Ama kodlanmış gibi değişmeyen yanlar da var.

İşte alaturka yönlerimiz… Hızlı başlayıp, daha sonra işi yavaşlatma eğilimindeyiz. Statükocuyuz. Değişime ve yeniliğe direniyoruz. Değişimi sevmiyor, çekiniyor, hatta korkuyoruz. Amaç ve hedeflerimiz ya yok ya da yeterli açıklık ve netlikte değil.

Eleştirmeyi, suçlamayı, hatta karalamayı seviyoruz. Sık sık eleştirdiğimiz halde eleştirilmeyi hiç mi hiç sevmiyoruz. Kısa vadeli yaklaşım ve çözümleri tercih ediyoruz. Günü kurtarmaya çalışırken, uzun vadede daha büyük sorunlar yaratıyoruz.

Teorik düşünmeyi ve teorik eğitim almayı sevmiyoruz. İşin esası ile ilgili olmayan pratik çözümler bulmaya çalışıp kolaycılığa yöneliyoruz. Uzmanlık bilgisine yeterli önemi ve değeri vermiyoruz. Çevremizdekilere önem verip kulaktan dolma bilgilerle iş yapıyoruz.

Merkeziyetçi ve mevzuatçıyız. Delege etmekten, yetki + sorumluluk + kaynak vermekten hoşlanmıyoruz. Çekingeniz. Girişimci yönelimlerimiz düşük. İki kulağımız ve bir ağzımız olduğunu unutmuş görünüyoruz. Dinlemiyoruz. İletişimi sadece konuşmak olarak anlıyoruz.

Yanlış veya eksik anlatmış olduğumuz aklımıza gelmiyor. Daima anlaşılmadığımız kanaatindeyiz. Bizi anlamadıkları gibi bir saplantımız var. Pek azımızın kitabında azim diye bir sözcük var. Çabuk ve kolay vazgeçiyoruz.

Uzlaşmayı yeterince aramıyoruz. Çekişmeyi ve itişip kakışmayı seviyoruz. Soru sormayı ve soru sorulmasını sevmiyoruz. Sorgulayıcı değiliz. Atılgan olmamız ve hakkımızı aramamız gereken pek çok durumda pasif kalıyoruz.

İş yaşamı ile sosyal yaşamın sürdürülebilirliği açısından kurallar olması gereğini (hukukun üstünlüğünü) içimize sindiremedik. Yaşamı kurallara göre oynamak yerine, her birimiz kuralları kendimize uydurmaya çalışıyoruz.

Ne kişisel düzeyde ne firma ölçeğinde ilke ve değerlerimiz yok. İlke ve değerlere önem vermek yerine tutarsızlığı ve ilkesizliği benimsiyoruz. İşbirliğine ve ortak çalışmaya yatkınlığımız yok. İşbirlikleri konusunda yeterince açık ve istekli değiliz.

Birbirimizi ve başkasının başarısını çekemiyoruz. “Küçük olsun, benim olsun” veya “Ben de olmayan komşuda da olmasın” zihniyetini aşamadık. Söylemiyor, söyleniyoruz. Dedikodu yapmayı seviyoruz.

Amaçlarımız ve hedeflerimiz yok. Bu nedenle amaçlarla araçları birbirine karıştırıyoruz. Duygusal bir topluma mensubuz. Ama duygularımızı yönetmeyi bilmiyoruz. Bu nedenle sıklıkla istismar ediliyoruz.

“Biz” olmayı başaramıyoruz. “Biz” yerine “Ben”leri daha öne çıkarıyoruz. “Nasıl olur?” şeklinde iyi niyet ifade etmek ve olumlu düşünmek yerine, “Neden olmaz?” sorusuna cevaplar arıyoruz.

Paylaşımcı değiliz. Bilgiyi saklıyor ve paylaşmaya yanaşmıyoruz. Makamla onurlanma çabasındayız. Unvanımıza, makamımıza güç katmak yerine, makamın gücünün arkasına saklanıyoruz. Unvana, pozisyona, rütbeye ve diplomaya gereğinden fazla önem veriyoruz. (Alla Turca’nın devamı yarın…)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder