16 Ağustos 2010 Pazartesi

Demokrasiyi Sömürgeleştirmek

Demokrasiyi Sömürgeleştirmek

Gürcan Banger

Her şeyin siyaset adına kurban edildiği bir döneme adım attık. Önce referandum, ardından genel seçim toplumun ortak değerlerini hızla erozyona uğratmaya başladı. Bir yazımda bu tehdidi öngörerek “Herkesin kendi sivil toplumu var” demiştim. Ama iş, bundan da ibaret değil. Herkes demokrasiyi sadece kendisi için istiyor. “Ancak ben iktidarda olursam …” diye başlayan bir mantık, toplumu ve ülkenin geleceğini nereye götürecek? Bu zihniyet, toplumun değerleri yanında insan hakları, demokrasi, sivil toplum gibi kavramları da alıp bataklığın dibine gömmeye hazırlanıyor.

Sosyal kavramların, yaşanan çağa bağlı olarak anlam ve içerikleri değişebiliyor. Örneğin ‘sivil toplum’ böyle bir kavram... Biz toplum olarak sivil toplum terimini yeni duysak da; kavramın geçmişi antik çağlara kadar uzanıyor. Sivil toplum kavramı kentlerin oluşmaya başladığı ve devletin ortaya çıktığı çağlardan başlayarak kullanılmasına rağmen örneğin Platon, Aristo, Jean Bodin, Hegel, Marx veya Gramsci gibi düşünürler tarafından farklı anlamlarda kullanılmış. (Aslına bakarsanız, bugün de sivil toplumu çok farklı anlamlara gelecek biçimde kullananlar var.)

Daha sonraki dönemler için bu saydıklarıma Hobbes, Locke, Rousseau, Burke veya Fichte gibi değişik düşünürleri de ekleyebiliriz. Bu düşünürlerin tümü sivil toplum kavramını kullanmış olmakla birlikte ona yükledikleri değer ve anlamlar açısından ayrılıyorlar. Günümüzde kullanılan tanımlardan önemli bir tanesi şudur: “Sivil toplum; örgütlü sosyal yaşamın gönüllü, kendi kendini üreten, kendi kendini destekleyen, devletten özerk olup bir yasal düzen veya ortak kurallarla bağlı alanıdır. Sivil toplu, özel yaşam ile devlet arasında duran aracı bir varlıktır.”

Sivil toplum gibi zaman içinde yeniden tanımlanma ihtiyacı ortaya çıkan bir diğer kavram da demokrasidir. Birbirine sıkı sıkıya bağlı olan sivil toplum ve demokrasi kavramlarının birlikte değişim geçirmelerini olağan karşılamak gerekir. Demokrasinin tanımının değişime uğradığını söylemekle yetinmek bu alanın emekçilerine haksızlık olur. Toplum olarak her ne kadar haberdar olmasak da; demokrasi kavramı, üzerinde en çok çalışma yapılan, teorik ve pratik katkı üretilen alanlardan birisidir. Bu konuda Türkçe dışındaki yaygın dillerde küçük bir araştırma yapmak yeterlidir. Ne yazık ki; bizde bu alanda yeterli çalışma yapılmadığı gibi ya yabancı eserler Türkçeye kazandırılmıyor ya da yayını ve basımı ile ilgili (kötü çeviri, kötü baskı ve düşük basım sayısı vb gibi ) problemler oluşuyor.

En sıradan tanımıyla; demokrasi, halkın egemenliği temeline dayanan yönetim biçimidir. Demokrasi, halkın kendi kendisini yönetmesidir. (Tanımı böyledir de; uygulanması böyle midir, o biraz kuşkulu…) İlk çağların küçük kent devletlerinde yurttaşlar kent meydanında toplanarak ortak meseleleri konuşur ve karara bağlarlarmış. O zamanın demokrasi anlayışı ve uygulaması bu şekilde yapılıyormuş. Herkesin kendi oyunu kullandığı (ve günümüzde türlü bahanelerle önünü tıkadığımız) bu yaklaşıma ‘doğrudan demokrasi’ adı veriliyor.

Ölçeği büyümüş ülke ve kentlerde bu yolu kullanmak mümkün olmadığından yurttaşlar, kendi görüşlerini temsil etmek üzere temsilciler seçmişler. Bu seçilmiş temsilciler (halkın ‘vekilleri’) halk adına karara ve yönetime katılmışlar. Böylece demokrasi kavramı, temsilcilerle (vekiller aracılığı ile ve vekillerin kalitesine bağlı olarak) kullanılan egemenlik biçimine dönüşmüş. Bugün bu anlayışa ‘temsili demokrasi’ diyoruz. Günümüzde demokrasi dendiğinde çoğunlukla kast edilen, temsili demokrasi anlayışıdır. Yaşadığımız demokrasinin temel sorunu da bu temsil tercihinden (hadi, iyimser olalım; temsil sisteminin iyi işlemeyişinden) kaynaklanmaktadır.

Çağımızda doğrudan demokrasi anlayışına dönme yönünde bir eğilim (daha doğrusu özlem) var. Ama fizikî, ekonomik ve sosyal koşullar şimdilik buna imkân vermiyor gibi… İktidarı elinde tutanlar da çıkarlarına uygun olarak vekâlet sisteminden vazgeçmek niyetinde değiller. Belki bilişim – iletişim ağlarının, bilgi güvenliğinin ve kimlik tanımanın çok gelişmesi ile bulunduğumuz yerden egemenlik hakkını kullanabileceğimiz yeni bir dönem ihtimal dâhilindedir. Bugün için ilke elde söyleyebileceğimiz, demokrasi diye kendi kendimizi kandırdığımız temsili demokrasinin artık yurttaşları ve kuruluşları tatmin etmediğidir.

Yukarıda isimlerini saydığım dönem ve düşünürlerin tanımlarına oranla demokrasi alanında çok yeni yaklaşımlar, tanımlamalar ve denemeler var. Ne yazık ki; pek azından küçük bir camia olarak haberdarız. Kişisel ve grupsal çıkar beklentilerimiz demokrasiyi geliştirmenin ve yaymanın önünde engeller olarak durmaya devam ediyor. Siyasetin sivil toplumu teslim alma ve sömürgeleştirme eğilimi, şu sıralar bunun en açık örneklerinden birisini oluşturuyor.

Günümüzde temsili demokrasinin kısıtlamalarını aşarak doğrudan demokrasiye yaklaşabilmek için ‘katılımcı demokrasi, çoğulcu demokrasi ve yönetişim’ gibi bazı kavramlardan söz ediyor ve bunları yaşamda gerçekleştirmek üzere yol ve yordamlar arıyoruz. Bu arayışların temelinde temsilciler aracılığı ile uygulanmaya çalışılan temsili demokrasinin, oy çokluğu nedeniyle belli bir grubun hegemonyasına dönüşmesi riski yüzündendir. Her şey kolaylıkla siyasal erk ve rant adına kolayca siyasete feda edilebiliyor.

Değişen demokrasi anlayışı; katılımcı demokrasi yaklaşımı ile toplumda var olan çeşitliliklerin yönetime ve kararlara yansımasını esas almaktadır. Bir yandan kararın üretilmesi için katılımın çoğaltılmasını hedeflerken, diğer yandan da tek doğru çözüm yerine birden fazla uygun (doğru) çözümün olabileceği fikrini içermektedir.

Kültürel ve siyasal çoğulculuk temalarını içeren çoğulcu demokrasi açılımı ise toplumda mevcut olan farklılıkların kendi varlıklarını sürdürebilme hukukunu ifade etmektedir. Son olarak yönetişim kavramı ile devletin ve toplumdaki diğer kişi ve kuruluşların etkileşimli bir yönetim anlayışı içinde olmaları anlatılmaktadır.

Aynen sivil toplum konusunda olduğu gibi; katılımcı demokrasi, çoğulcu demokrasi ve yönetişim kavramları üzerine de farklı ideolojik bakışların değişik spekülasyonları olabiliyor. Bazı eleştiri ve karalamaların körü körüne peşine takılmak yerine; olgu düzeyine erişmiş bu kavramların toplumumuzun demokratik açılımları açısından ne anlama geldiği üzerine kafa yormak lazım. Bundan öte; ortak ve evrensel değerler ve anlamlar için savaşmak gerekiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder