10 Ağustos 2010 Salı

Futbolun Sorunu Nerede?

Futbolun Sorunu Nerede?

Gürcan Banger

İş dünyamızın işletmelerini gezdiğimde, bu firmaların yaptıkları cirolar, çalıştırdıkları personel ve yaptıkları yatırımlar konusunda bilgi sahibi oluyorum. Pek çoğunun işletme göstergeleri büyük değerlere sahip değil. Diğer yandan Anadolu’nun en büyük şirketleri araştırmalarına ya da Türkiye’nin en büyük 500 firmasına ilişkin raporlara baktığımda Eskişehir’den sadece 9 firmanın yer aldığını görüyorum. Bu durumu (Eskişehirspor da dâhil) futbol takımlarının bütçeleri ile karşılaştırdığımda ekonomik işletmelerin hayli gerilerde kaldığını gözlüyorum. Özetle; bir futbol takımı pek çok işletmeden çok daha büyük finansal değerlere sahip. Bu basit karşılaştırma bile futbolun artık bir endüstri ve ciddi bir ekonomi olduğunu ortaya koyuyor.

Ekonomik işletmelerin yapılarını incelediğimde ise üretimden yönetime, ar-ge’den ür-ge’ye, laboratuarlardan insan kaynaklarına kadar pek çok birime sahip oldukları kolayca görünüyor. Çünkü iş dünyasında kalıcı ve sürdürülebilir olmak için böyle bir yapılanma gerekli. Diğer yandan futbol kulüpleri ise hâlâ birer dernek mantığı ile yaşamaya çalışıyorlar. Anlaşılan o ki; henüz futbol, iş dünyasının yaklaşım, yöntem ve tekniklerini edinebilmiş değil. Bir başka deyişle; amatörce yaklaşımlarla profesyonel bir alanda yer alan bir kuruluş yönetilmeye çalışılıyor. Günümüzde futbolumuzun en ciddi sorunlarından birisi budur.

Her ekonomik işletmeyi onun çevresinde yer alan unsurlar etkiler. Bir firmanın çevresini tedarikçiler, müşteriler, rakipler ve işletmeye etki eden piyasalar, devlet, medya organları gibi unsurlar oluşturur. Her işletme bu unsurların davranışlarını dikkate alarak yaşamak zorundadır. Diğer yandan bir işletmenin çevresinden yer alan unsurların bir öncelik sıralaması olduğu da doğrudur. Firma yöneticileri, bir yandan işletme içi durumu dikkate alırken diğer yandan da çevreden gelen tepkilere cevap vermeye çalışırlar.

Bir futbol takımının çevresindeki unsurlar arasında en etkili olanın taraftar olduğunu gözlüyoruz. Taraftar kitlesini ise ağırlıklı olarak futbol medyası yönlendiriyor. Bu medyanın ne kadar nitelikli olduğu, futbol kulübünün doğru yönlenmesinde etkili oluyor. Niteliksiz bir futbol medyası, etkilediği futbol kulübünün kaynaklarının ciddi biçimde heba olmasına neden oluşturabiliyor. Özellikle kulüp yöneticilerinin yapılarının ve niteliklerinin futbol medyasından fazlasıyla etkilenmeye açık olduğu dikkate alınırsa, kulübü yöneticilerin değil, taraftarlarla onları baskı altında tutan medyanın yönettiği kolayca anlaşılır.

Ne yazık ki; futbol medyamızın nitelikleri ciddi anlamda tartışmaya açıktır. Bir gazetede futbol yorumlarını okumak ya da bir TV kanalında bir futbol yorum programını izlemek gerçekleri gözlemek için fazlasıyla yeterlidir. Türkçe ve mantık hatalarıyla dolu bir futbol yazısı okuduğumda, bu çalakalem yazının kim(ler)e ve neye hitap ettiğini şaşırarak izlerim. Acaba o satırları yazan kişi, bir yanıyla bilim dalı olma mertebesine erişmiş futbolun, diğer yönüyle bir endüstri olduğunu yeterince kavramış mıdır? Nasıl ki sıradan bir insan fizik, kimya veya biyoloji bilim dallarında akıl yürütme ve yorum yapma hakkına sahip değilse, futbol yazmanın da bir bilimsel ve sosyal sorumluluğu olduğunun farkında mıdır? Futbol hakkında yorumlar yapmak için amatör bir futbol meraklısı ya da tanımı yapılmamış bir fanatik olmak yeterli midir? Bırakın oynamayı ve yönetmeyi; bugün futbol yazmak “Kötü niyetli hakem penaltıyı vermedi” veya “Filan yabancı oyuncu sahanın en iyisiydi, rakiplerin belini kırdı” gibi harcıâlem ifadelerin ötesine geçebilecek kalitede değil.

Futbolun gerçek bir değişim geçirdiğini kavrayamama sorumluluğunu sadece futbol yazanlara yüklemek haksızlık olur. Geçtiğimiz yıllarda bir araştırma şirketi tarafından yapılmış bir kamuoyu anketinden söz ediliyor. Bu çalışmaya göre halkın yaklaşık yüzde 80’i bir futbol kulübünün taraftarı imiş. Ama aynı araştırmada sorulan bir diğer soru, taraftarı olduğu takımın forma veya şortunu alan kişi oranının ancak yüzde 13 dolayında olduğunu göstermiş. Özetle; toplumuzdaki futbol taraftarlığı, hâlâ ‘saf bir gönül bağlılığı’ olmaya devam ediyor; takımın taraftarı, onun ekonomik anlamda küçük çaplı sponsoru olmayı benimsemiyor. Ama aynı taraftar, pahalı - ünlü yabancı ve yerli oyuncuları kendi takımında görmek istiyor. Yine aynı taraftar, maça bedava girebilmek için yönetim kurulunun kendisine bedava bilet vermesi beklentisi içinde.

Takımların her yıl forma rengi ve tasarımını değiştirdiğini muhtemelen fark ettiniz. Çok basit bir nedeni var. ‘Saf gönül bağlılığı’ olan taraftarın cebinden parasını ışınlayarak kulübün ayakta kalmasını sağlıyorlar. Son dönemde yabancı oyuncu transferi de bu konuya bağlandı. ‘Sivri zekâlı’ futbol yöneticileri yeni transfer ettikleri yabancı oyuncunun transfer parasını forma satışıyla karşıladıkları gibi bir tezle övünüyorlar. O zaman şunu soralım. Malum öğrenciyi transfer ederken bir yabancı ülkeye kimin parasını verdiniz? Çarçur ettiğiniz bu ülkenin kaynağı değil mi? Formayı kime satıyorsunuz? İngiltere’ye mi yoksa Almanya’ya mı? Yurt dışına verdiğiniz kaynağı yerine koymak için gene bu ülke insanının kaynağını telef etmiyor musunuz?

Hadi; futbol yöneticilerine bir soru daha soralım. Yaklaşık her 1-2 yılda bir olmak üzere yabancı oyuncu kontenjanını artırmak için baskı yapıyorsunuz. Sonuçta ülke futbolunun gelişip yaygınlaştığını ve eskiye oranla daha fazla kaynak ürettiğini söyleyebilir misiniz? İşte; Avrupa’da maç yapan takımlarımızın ve ulusal futbol takımımızın hali… Madem sonuca bu kadar odaklısınız, neden hâlâ dedenizin liginde oynamaya devam ediyorsunuz? Sorun kimde?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder