26 Ağustos 2010 Perşembe

Dışımızdaki Dünya

Dışımızdaki Dünya

Gürcan Banger

Bizim dışımızda (düşünce ve duygularımızdan bağımsız) bir evren mevcut. Dünyada bizim sübjektif niyet ve isteklerimizin dışında objektif olgular ve kurumlar var. Bunlar bizim beklentilerimizin veya özel niyetimizin farkında bile olmadan, yaşamın akışı içinde gelişiyor. Piyasa da böyledir. (Bu arada dünya ekonomik sisteminin yeni ürün geliştirmede ve tüketimi canlı tutmada beklentilerimize bakışının değiştiğini de not etmek lazım.)

Piyasa değişik unsurların bir araya geldiği bir sistemdir. Üreticiler, satıcılar, alıcılar ve mekânlar gibi unsurlar bu sistemin öğelerini oluştururlar. Piyasada mevcut öğeler arasında müşteri ile satıcı arasındaki alışveriş gibi çeşitli ilişkiler vardır. Piyasanın amacı ise kısaca bu sisteme katılanların ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Aralarında bir ilişkiler kümesi olan, karşılıklı etkileşim içinde belli bir amaca yönelmiş öğeler topluluğuna ‘sistem’ denir. Bir sistemde öğeler, bunlar arasındaki ilişkiler, en az bir amaç ve tüm bu saydıklarımın bir bütün oluşturması olgusu bulunur. Bu koşulları yerine getiren tüm topluluklara ‘sistem’ diyebiliriz.

Çok değişik sistem türlerinden söz edebiliriz. Canlı - cansız, soyut – somut, doğal veya insan yapısı, hareketli - hareketsiz, uyumlu – uyumsuz sistemlerden söz edebiliriz. Gerçek yaşamın kendisi çok karmaşıktır. Bu nedenle evreni anlamaya çalışırken, gerçek durumu temsil eden örnekler kullanırız. Bunlara ‘model’ denir. Gerçek, dışımızda var olandır; model ise aklımızdaki ve algımızdaki görünümü…

Model, duruma göre karmaşık olabilen gerçek dünyanın daha anlaşılabilir bir resmidir. Bir başka deyişle; model, bir gösterimdir. Örneğin bir organizasyon şeması, bir şirketin modelidir. Bir plan veya maket ise bir yapının modelidir. Örneğin “Bir direnç üzerindeki elektriksel gerilim, direncin değeri ile akımın çarpımına eşittir” dediğimizde bir elektrik sistemi konusunda sözel modelleme yapmış oluruz. Kadınların ve erkeklerin algı biçimlerinin farklı olduğunu söylediğimizde de; kaba hatlarıyla dile getirdiğimiz konu, bir sözel modeldir.

Gerçek yaşamın karmaşıklığı, sosyal ve fiziksel bilim dallarında modelleri sıklıkla kullanmamıza neden olur. ‘Arz-talep yasası’ olarak bilinen önerme, iktisat alanında yaygın olarak bilinen modellerden birisidir. Bu yasaya göre; bir malın arzı arttığında fiyatı düzer; arz miktarı azaldığında ise fiyatı yükselir. Diğer yandan bir mala talep arttığında fiyatı yükselir; talep azaldığında ise fiyatı düşer. Arz ve talebin birbirine eşit olduğu durumda oluşan fiyata ‘denge fiyatı’ denir.

Modelleri belli başlı iki amaçla oluştururuz. Birincisi; modeller, karmaşık dünyayı (doğru veya yanlış) anlamak için kolaylaştırma görevini yerine getirirler. Model üzerinde çalışarak adeta ‘dünyanın kendi gerçekleri konusunda deneyler yapmış’ oluruz. Ama üretilen modelin gerçeğe ne kadar yakın olduğu, elde edilen sonuçları etkilemesi açısından önemlidir. Konuyu daha anlaşılır kılmak için modeli daha sade / basit yapmaya çalışmak, bazı unsurların gözden kaçması sonucunu getirebilir. Bu nedenle modelin karmaşıklığı amaca uygun olmalıdır. Basit bir model iş görmüyorsa, ihmal edilen unsurlar ilave edilerek daha karmaşık bir yapıya geçilmelidir.

Gerçek sistemi açıklama amacıyla yapılmış modeller, gerçek yaşamda işlerin modelde olduğu gibi gideceğini garanti etmez. Örneğin ‘arz-talep yasası’ piyasa davranışları hakkında bize bilgi vermesine rağmen, insanların bu yasaya göre hareket edecekleri garantisini vermez. Gerçekten yaşamda öyle durumlar vardır ki, tüketiciler ekonomik olarak bu modelin öngörülerinden farklı davranırlar. Özetle; modelin kısıtlılığı ve sınırlılığının farkında olarak gerçek yaşam ile modeli ‘kesinlikle’ karıştırmamak gerekir. Model üzerinde yapılan çalışmalardan gerçek yaşama indirgemeler yaparken temkini elden bırakmamak önemlidir.

Bir diğer model türü, geleceği öngörmek üzere hazırlanır. Bu tür bir modele belli senaryolar beslenerek, bunlar karşısında ele alınan sistemin nasıl davranacağı anlaşılmaya çalışır. Bu tür bir çalışmada da yaratılan modelin kısıtları ve sınırları, sonuçta oluşan öngörülerin gerçeğe uygunluğu açısından önemlidir.

Yaşamımızı anlamaya, öngörmeye ve yönetmeye çalışırken sistem teorisini ve modellemeyi kullanma tercihine ‘sistem yaklaşımı’ denir. Bu tür bir yaklaşım, ele aldığımız sistemin, çevresi ile birlikte bir bütün olarak algılanmasını zorunlu kılar. Günümüzde iş dünyası için öngörülen tüm yönetim anlayışlarının altında sistem yaklaşımının değişik görünümleri yer alır.

Bugün başta yönetim bilimi olmak üzere sosyal bilimler dallarında en az ‘klasik’ bilim veya mühendislik dallarındaki çalışmalar kadar yeni çalışma üretiliyor. Özellikle son 50 yılda yönetim bilimi, giderek daha fazla ilgi gören bir dal haline geldi. Yeni yönetim modellerini anlamak için ise mutlaka sistem yaklaşımı hakkında bilgili olmak gerekiyor. Örneğin biz stratejik yönetimi yeni öğrenmeye başlarken, gelişmiş toplumlar bu modelin katılımcı türlerini geliştirmeye yöneldiler. (Devamı yarın…)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder