7 Ağustos 2010 Cumartesi

Siyasetin Berbat Kokusu

Siyasetin Berbat Kokusu

Gürcan Banger

Bu ülkede siyasetin sahne aldığı çok partili dönemin başından beri siyaset, asla etik kurallar içinde kalamadı. Her zaman siyasetle ilgili olmayan kurum ve ilişkiler, siyaset alanına müdahale ettiler. Bazen bürokrasi, kimi zaman askerler, bazı durumlarda iş dünyası siyasetin olağan akışını bozdular. (“Siyaset; bu sözünü ettiğin aktörlerin etkisi altında olmadan var olabilir mi?” şeklinde bir soru olabilir. Bu durumda siyaseti nasıl tanımladığımıza dönmek gerekir.)

Bu günlerde siyaset kurumunun yeniden lime lime döküldüğüne dair yeni örnekler görüyoruz. Bir yandan önemli bir ilimizde kamu binalarına ve dinsel yapılara iktidar partisinin sloganını içeren pankartlar asılıyor. Diğer yandan bir başka parti, iktidar partisine ve başbakana 1960’daki Demokrat Parti yönetiminin sonunu hatırlatan imalı sözler yöneltiyor. Bir başka partinin üst düzey yöneticisi, başbakan ile genelkurmay başkanının ölüm tehdidi altında olduğunu söylüyor.

İş bu kadarla da bitmiş değil. Anayasa’nın özgürlükçü bir yapıya kavuşmasını için çaba sarf etmesini beklediklerimiz, Anayasa değişikliğini iktidar partisi hazırladı diye “Hayır” dedirtme gayretindeler. İktidar partisi ise Anayasa değişikliğini kendisi için bir sınav kabul edip halkı “Evet” demeye ikna için her türlü yolu deniyor. Bazı siyasal parti ve oluşumlar ise referanduma sunulacak taslağın sosyal gerginliği yumuşatabileceği düşüncesi ile “referandumu boykot” çağrısı içindeler.

Bu ‘berbat’ manzara bir yana; Anayasa referandumu, 2011’de gerçekleşecek genel seçimin başlangıcı olarak kabul gördü. Bu andan sonra Anayasa değişikliğinin bilimsel, hukuksal, sosyal ve mantıksal açıklamalarını kimse dinlemez. Bir “evet x hayır” sürecine giriyoruz. Ardından da gelsin genel seçim vaveylası… Her seçim döneminde olduğu gibi; önümüzdeki hızlı seçim sürecinde de siyasi partiler ve adaylar, halka pek çok vaatlerde bulunacaklar. Bunlar arasında değişik kesimler açısından yakıcı olanlar bulunacak. Örneğin mazotun fiyatının ucuzlatılması, bazı vergilerin kaldırılması, teşvik sisteminin düzeltilmesi veya söz konusu ilin acil sorunlarının ‘ışık hızıyla’ çözülmesi gibi iddialar yer alacak.

Bu iddiaların, halkın oy kullanma davranışını etkileyeceğine kuşku yok. Ama iddiaların arkasının ne kadar dolu olduğu ve bu seçim sözlerinin ne kadar gerçeği yansıttığı bir başka gerçek olarak karşımızda duruyor. Aslına bakarsanız; bizim yönetim sistemimizde ‘seçileni geri çağırma’ gibi bir kavram bulunmadığı için, verilen sözlerin yapılmamasının takibi de yok. Sözü veren verdiği ile bu söze inanıp oyunu ‘yanlış’ parti veya adaya kaptıran kaptırdığı ile kalıyor. Sivil toplumun milletvekili izleme sistemleri ya çalışmıyor, çalışanlar da etkili olamıyor.

Seçim iddialarının takibi konusunda yeterli bir mekanizma olmayan ülkemizde gerçeklerin araştırılması görevi, sivil toplum kuruluşları ile basın organlarına düşüyor. Bu kuruluşlar ve basın, ister istemez seçim sözlerinin ne kadar gerçeği ifade ettiğinin takipçisi olmak görevi ile donanıyor.

Başta akaryakıt olmak üzere pek çok ürünün Türkiye’de (diğer ülkelere oranla) daha yüksek fiyatlarla satılmasının arkasındaki ilk neden, devletin kaynak yaratmak için aldığı vergilerdir. Devlet, kayıtdışını izlemekte ve kayıt içine almakta genel anlamda başarısız olduğu için vergi alabildiği kesimlerin yükünü artırmak zorunda kalmaktadır. Eğer verginin aşırı yüksek olduğu ürünlerde fiyat indirimi yapmayı taahhüt ediyorsanız, ihtiyaç duyulan kamu kaynaklarını nasıl ikame edilebileceğini söylemeniz gerekir. Devletin geçmişte çarçur ettiği kaynakların, halka ödetilmesi tabii ki kabul edilebilir bir şey değildir ama net gerçek de budur. Bölgenin ve ilin ekonomi ağırlıklı sivil toplum kuruluşları ile gerçek anlamda özgür basınının bunu sorabilmesi, sorgulayabilmesi gerekir.

Ülkenin önemli sorunları arasında laiklik üzerine kurgulanmış gerginlik, Irak’taki olumsuz gelişmeler, etnik sorunun tırmandırılması ve Kıbrıs gibi konular gerçekten önemlidir. Ama son günlerde dış politika konularının (özellikle Irak konusunun) gündemde fazlaca yer alması nedeniyle seçim döneminde birincil sorunlar gözden ırak kalacak gibidir.

Yapılan tüm kamuoyu soruşturmalarında halkın ifade ettiği sorunlar arasında işsizlik ve geçim sıkıntısı ilk sıralarda yer almaktadır. Bugüne kadar bu iki sorunun çözümü yönünde arpa boyu yol alınmadığını söylemek fazla iddialı olmaz. Zaman zaman değişik ortamlarda gözlenen sosyal gerginliklerin arkasında, önemli ölçüde ekonomik sorunların yer aldığına hiç kuşku yoktur.

Sayılar, bazı gerçekleri saklar. Kişi başına yıllık gelir gibi ortalama rakamlar ülke hakkında bazı ipuçları vermekle birlikte, ülkede gelir dağılımın adaletli olduğunu ifade etmez. Gerçekten ülkemizde ekonomik sıkıntılara eşlik eden sorunlardan bir diğeri, gelirin sosyal katmanlar arasında adil dağılmamasıdır. Ne yazık ki, “Piyasa her şeyi çözer” yaklaşımı ulusal gelir pastasının büyütülmesinde ve gelirin hakça dağılmasında yeterli olamamaktadır. Çünkü piyasanın gerçekten işleyen bir mekanizma olabilmesi için sistemin içinde halkın hak ve hukukunu koruyan başka mekanizmalar da olması gerekmektedir. Partilerin ve adayların bu konuda da (hamasi nutukların ötesinde) söyleyecekleri olmalıdır.

Her ne kadar ‘siyasetler arası çapraz adaylıklar’ nedeniyle işler karışsa da, partileri genel çerçeveleri itibarıyla tanıyoruz. Ama tüm adayların partilerin genel çizgisini yansıtmadıkları da bir başka gerçek. Bu nedenle partiler ve adaylar önerileri ve iddiaları konusunda net olmalılar ki, vatandaş da vizyon, performans ve kaliteye göre oy verebilsin. Sivil toplum kuruluşları ve basın da bunlar karşısında halkın sosyal aklı olmak zorundadır.

Referandum ile başlayan sürecin sonrasındaki siyasi görünüm için görüşlerimi bir başka yazıda ele alacağım. Ama şimdiden Türkiye için ekonomik, sosyal ve siyasal olarak zor birkaç yıllık dönem olacağı öngörümü çıtlamış olayım.

1 yorum:

  1. Merhaba Gürcan abi,

    Güncel konuları olduğu gibi analiz ve tespit ediyorsun, eline dımağına sağlık.

    Yazıda en çok dikkatimi çeken ve bende bir lamba yakan ‘seçileni geri çağırma’ yöntemi seçim sistemimize girse ne güzel olur. Yani benim anladığım anlamda; bugünkü teknoloji ile (özellikle biz bilgisayarcı ve yazılımcılar tarafından bakınca) kolayca yapılabilecek bir şey: Bir çok işimizi ve büroksasiyi elektronik ortama yıkmaya başladığımız bu günlerde, oy verme işini de elektronik ortama yıkıp, üstelik kime oy verdiğimiz tek tek belli olabilir. Kanun ve mevzuatlardaki düzenlemelerle bu seçilme tanımı değiştirilerek oy verenler daha sonra seçtikleri kişilerden oylarını geri çekebilmeli ve yedek adaylara şans verebilmeli. Eğer seçilen bir aday/vekilin aldığı o belli bir yüzdenin (mesela yüzde 50) altına düşünce vekilliği düşsün, yerine yedeklerden birine yönlendirilen oylarla yeterli çoğunluğu alan kişi seçilsin. Hatta varsa vekillikten düşen kişiye başarısızlığı seviyesinde cezai durum da uygulanabilir. Böyle bir durumda o mevkiye aday olacak olanlar daha dikkatli olmak zorunda olacaklar.
    Naçizane aklıma gelenler böyle. Yoksa ha padişahlık saltanatı ha bu seçilme sistemi.

    Recep Şimşek

    YanıtlaSil