28 Eylül 2010 Salı

Düşünsel Derinlik ve Çeşitlilik Olmazsa…

Düşünsel Derinlik ve Çeşitlilik Olmazsa…

Gürcan Banger

Ekonomi ve dünyasını yakından izleyenlerin tanıdığı bir isimdir Rüştü Bozkurt. Kuruluşundan beri Dünya Gazetesi’nde köşe yazıları yazar. Onu Anadolu’nun herhangi bir köşesinde iş dünyası ile ilgili bir toplantıda konuşmacı ya da kolaylaştırıcı olarak görebilirsiniz.

Bozkurt’un Ağustos 2010’da SomKitap Yayınları altında TOBB’un Ekonomik Forum Dergisi’nde yer almış yazılarından bir bölümünü derleyen bir kitabı çıktı. Yazar, kitabın başlığını kendi ilgi alanlarına işaret eder biçimde “Ekonominin Binbir Yüzü” olarak belirlemiş.

İlgi ile okunan yazılarının bir tanesi oldukça ilginç: “Sektör entelektüelinin yararlarını hiç düşündünüz mü?” Bozkurt, makalesinde değişik kesimlerde görev yapmış kişilerin izlenimlerine de yer vererek “entelektüel eksikliğe” dikkat çekiyor. Bir anlamda Osmanlı’da bir dönem “kaht-ı rical” olarak isimlendirilen sorunun yaşanmaya devam ettiğine işaret ediyor.

Kitabın bütününün okunmasını ilgilenenlere bırakarak “sektör entelektüelleri” ile ilgili yazıdan birkaç cümle aktarmak istiyorum: “Çok sık kendime şu soruyu yöneltiyorum: ‘Bir üretim alanında, uzun dönemli geleceği güven altına almada, entelektüellerin varlığı mı daha önemli yoksa ilerleme stratejilerinin önemli araçlarından biri olduğu kabul edilen maliyetleri düşüren teşvikler mi?’ Soruya, zihnime en küçük tereddüdün gölgesini düşürmeden, ‘…evet üretim alanlarında entelektüellerin varlığı enerji teşviklerinden, ucuz arsa temininden, işgücü maliyetleri üzerindeki yüklerin kaldırılmasından daha önemli’ diyebiliyorum.”

Düşünsel Derinlik ve Çeşitlilik
Şimdi bakış açımızı, ekonomik sektörlerden toplumun tamamını çerçeveleyecek biçimde genişletelim. Toplumda oluşan maddi değişiklikler, hiç kuşkusuz oradaki sosyal, siyasal ve sivil düşünce yapılarını şekillendirir. Örneğin kentte fiziksel mekân kullanımında farklılıklar, şehrin ekonomisindeki değişim veya kentte farklılaşan nüfus yapısı o yerleşimin düşünsel yapısında da farklılıklar yaratır. Ama bunun tersinin de doğru olduğu durumlar var. Kentin geçmişini ve geleceğini doğru kavrayan vizyoner liderler veya ufka bakabilen sağlıklı düşünce akımları, ilgili yerleşimin geleceğinin oluşmasında ciddi katkılar yaparlar.

Eğer bir yerleşimde düşünsel derinliği yaratacak farklı söylem grupları, dergiler, gazeteler ve radikal faaliyetler yoksa bu durumda başta siyaset olmak üzere tüm zihinsel süreçler yerini sıradan bir iktidar mücadelesine bırakır. Düşünsel derinliği ve çeşitliliği olmayan bir iktidar mücadelesi ise önce bağırtı – çağırtı ve karalama, ardından fiziksel güç kullanımı şeklini alır.

Bir kentteki düşünsel açılım, sadece o kentte yaşayan aydınların kendilerine ve yakın çevrelerine ‘bakmaları’ ile oluşmaz. Evrensel düşüncenin bir kente yansıları olmadan o yerleşimde ihtiyaç duyulan düşünsel açılımların olmasını bekleyemeyiz. Ne yazık ki; düşünsel ve vizyoner sığlığın, bu toplumda zihnimize kodlanmış bir nitelik gösterdiğini gözlüyoruz. Düşünsel zenginlik fikrini, güncel kent yaşamımızla bütünleştiremediğimizde; sonuç olarak kendimizi bir siyasal itiş-kakış içinde buluyoruz.

Çevrenizdeki siyasi - sivil topluluğun yetkinlik düzeyi ve kalitesi hakkında bir ölçüm yapmak isterseniz; örneğin bu topluluğun insan hakları, ayırımcılık, toplumsal cinsiyet ve çevre gibi konulardaki yaklaşımlarını değerlendirin. Ayırımcılığın her türü, kentte yaşayan toplulukların kalitesi hakkında önemli ipuçları veren göstergelerden birisidir. Demokrasi çığlıkları atan bir kişinin veya grubun; sosyal, sivil, etnik veya kültürel anlamda kendilerinden farklı olanları nasıl da dışlama eğilimleri içinde olduklarını şaşırarak göreceksiniz. Siyasal anlamda ‘aşırı milliyetçilik’ olarak algılanan görünümlerin, sosyal ve sivil ayırımcılığın ufkunda pek çok değişik türü olduğunu hayretle göreceksiniz. Ve yine hayret edeceksiniz ki; ayırımcılığın ciddi bir oranı, demokrat veya yenilikçi olduğunu söyleyen birileri tarafından üretilmektedir.

Kent yaşamının düşünsel kalitesini sorgularken, faaliyetlerle düşünce çeşitliliğini ve zenginliğini karıştırmamak gerekir. O yerleşimde çok sayıda sosyal veya kültürel etkinlik yapılıyor olması, oranın bir düşünsel zenginliğe, çeşitliliğe ve derinliğe sahip olduğu anlamına gelmez.

Bu konuda size örnekler verebilirim. Örneğin çevrenizdeki sivil toplum kuruluşlarını, temel çalışma alanlarına göre tasnif edin. Kaç farklı alan oluştuğu, bu alanlarda kaçar tane kuruluş bulunduğu, bu kuruluşların üye – gönüllü sayısı açısından güçleri size önemli veriler sağlayacaktır. Yine; Dünyada son dönemde gelişmekte olan anti-kapitalist hareketler, çevreci yaklaşımlar, sade yaşam anlayışları, doğayı ve canlıları koruma eylemciliği açılarından yaşam bölgenizi inceleyin. Ortaya çıkan tek veya çok renklilik size nerede yaşadığınız konusunda ipuçları sağlayacaktır.

Özetlersem; eğer yaşadığınız kent, size düşünsel bir çeşitlilik ve zenginlik sağlamıyorsa, sıradan sivil, sosyal ve kültürel faaliyetler de bir birikim sağlamadan sabun köpüğü gibi önce uçacak, sonra sönüp gidecektir.

Yeni kültür
Yukarıda sözünü ettiğim çerçevede sorumluluk duyanlar ile toplumun aydınlarına bazı zorunlu görevler düşüyor. Yukarıda yeni kitabındaki bir yazısından söz ettiğim Rüştü Bozkurt şunları söylüyor: “Entelektüel olmanın özü, ayrıntı bilgisi ile genel doğr arasında dengeleri kurabilme ve ‘eleştiri’ yapabilmedir.” Devamla; 2010 yılının Ocak ayında ölen tarihçi, sol-kanat eylemcisi, yazar, aydın Howard Zinn’den bir alıntı yapıyor: “…evet, muhalefet ve protesto bölücüdür ama iyi bir bölücülüktür bu; çünkü toplumdaki gerçek bölünmeleri tam olarak yansıtır. Muhalefet olsun, olmasın bu bölünmeler vardır, zenginler ve yoksullar olarak. Fakat muhalefet yoksa değişim de olmaz. Muhalefet sadece toplumdaki bölünmeyi sona erdirme değil, bölünmenin gerçekliğini değiştirme ihtimalini de içerir. Güç dengesini yoksulların ve ezilenlerin lehine değiştirme ihtimalidir.”

Gene Bozkurt’un sözleriyle bitireyim: “Yeni kültürün özü, en şeffaf ortamlarda bildiklerimizle söylediklerimiz arasındaki makasın kapatılmasına dayanıyor. Toplumumuzun bütün karar ve kurumlarında, özgür tartışmayı başaramadan, rekabetçi kaynak kullanımına erişilemiyor.”

Özetle; ülkenin, toplumun, ekonominin ya da kentin geleceği ile ilgili sorumluluk duyanların ve durumdan vazife çıkaranların öncelikli sorunu aydın olabilmeyi başarmak olmalı…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder