14 Eylül 2010 Salı

Referandumun Ardından

Referandumun Ardından

Gürcan Banger

Bu yazıyı tuşladığım sırada Anayasa değişikliği için referandum oylaması henüz yarıladı. Bu satırları okuduğunuzda kesin olmayan sonuçlar açıklanmış olacak. Böylece dünün devamı ya da farklı gelişmelere gebe olan yeni bir durum oluşacak. Aslına bakarsanız; referandumun özü itibarıyla nasıl sonuçlanacağını kimsenin dikkate aldığı da yok. Ortada bir siyasal iktidar mücadelesi var ve siyasetin her kesimi sonuçlara bu açıdan bakacak.

Geçmişte gerçekleşen her seçimde olduğu gibi; bu referandum da Türkiye’de siyasetin niteliğinin açığa çıktığı bir süreç oldu. Bu nedenle referandum öncesine dönerek olup biteni kısaca değerlendirmek uygun olur.

Referanduma konu olan şey, siyasal iktidarın hazırladığı Anayasa değişikliği idi. Ama tüm süreç boyunca ne iktidar ne de muhalefet, bu süreci bir Anayasa değişikliği süreci olarak algılamadı. Muhalefet kanadı iktidarı yıpratma vesilesi olarak bakarken, iktidarın yorumu kendi durumlarını sürdürülebilir olmaya yönelikti. Dolayısıyla referandum gibi demokrasinin önemli araçlarından birisinin hem çoğunluk partisinin hem de muhalefetin gayretleri sayesinde amacı dışında kullanıldığını (bir başka deyişle işlemez hale geldiğini) gördük. Genel ve yerel seçimler dışında halkın tercih belirtebileceği tek örnek olan referandum, tam anlamıyla yurttaşların manipüle edilip sürü gibi yönlendirilmeye çalışıldığı bir sürece dönüştü.

Referandum sürecinin bir diğer görüntüsü sokak, cadde ve meydanlarda idi. El ilanlarından broşürlere, pankartlardan bağırtılı propaganda araçlarına kadar tam anlamıyla kirliliği bir kez daha yaşadık. Bu kirliliği yaratan sadece siyasetin tarafları değildi. Eline zorla tutuşturulan ilanı buruşturup yere atan bir zihniyet de bu çevre ve düşünce kirliliğine katkıda bulundu. Benzer görüntü ve ses kirlilikleri, aklıselim sahibi insanları TV kanallarını izlemekten alıkoydu. Son aylardaki spor karşılaşmaları TV kanallarının siyasal işgaline karşı toplumun bir bölümünü kurtaran imkânlar arasındaydı. Öyle ki; referandum sürecinde siyasetin önde gelen isimlerini TV’de her gün görmekten anne ve babaları dahi sıkılmış olmalılar.

Özellikle son aylarda yoğunlaşarak yaşanan bu sürecin istismar ettiği konulardan bir diğeri ise sivil toplum hareketi oldu. Siyaset adına sivil toplum içine yuvalanmaya çalışan birtakım siyasal unsurların STK’ları referandumda taraf olmaya iteklemelerinin, sivil harekete zarar verdiği kanaatindeyim. Referandum süreci zaten sivil toplum alanını sömürgeleştirme hevesi içinde olan siyasetin ekmeğine yağ sürmüş oldu. Tek amacı iktidar vasıtası ile rant elde etme ve paylaşma olan geleneksel siyasetin elinden sivil toplumu kurtarıp duyarlı, bilinçli ve uyanık vatandaşlık çizgisinde tutabilmek için daha kim bilir kaç fırım ekmek yememiz gerekecek?

Yukarıda yarattığı kirlilikten söz ettiğim referandum süreci, siyasal propaganda açısından da tam anlamıyla ‘kitsch’ ve kabaydı. Yapılan konuşmalar, verilen mesajlar ve kullanılan söylem, gerçek anlamda referandumu bir ‘siyasal saptırmaya’ dönüştürdü. Oylama sonucunda düşük katılım görülürse, bunun sorumlularının başında bu banal ve barbar propaganda sürecinin etkileri olacaktır.

Referandum, her şeyden öte yurttaşlar tarafından gerçekleştirilen bir oylamadır. Doğal olarak böyle bir oylamada “Evet” ve “Hayır” seçenekleri, o tercihi vatandaş kullandığı için aynı derecede saygındır. Bu noktada öncelikle vatandaşın seçimine saygı duymak gerekir. Vatandaşa saygı duymayı beceremeyen bir toplumda (temsili de olsa) demokrasiyi yürütmeye çalışmanın bir anlamı yoktur. Özetle; referandumun sonucu ne olursa olsun, önce vatandaşın seçimine saygılı olmak ve neden bu tercihin yapıldığını anlamaya çalışmak gerekir.

Ne yazık ki; propaganda sürecinde bu saygı anlayış ve yaklaşımını görmek pek mümkün olmadı. Hele bazı kesimlerin, 12 Eylül’ü acılı biçimde yaşamış kimi vatandaşların açıkladıkları oy tercihlerini “hainlik” suçlaması ile karşılamaları asla anlaşılır gibi değildi. “Hain” gibi son derece tehlikeli sıfatların bu denli kolay kullanılabilmesini anlamak mümkün değil. Malum; keser döner, sap döner; gün gelir, hesap döner…

Özetle; son 30 yılda insanlara zulüm yaşatmaya araç olabilen 82 Anayasası ve onun yasal uzantıları ile yaşadık. Toplumun katılımı ve elbirliği ile yapılabilecek bir düzenlemeyi (referandum sonucu ne olursa olsun) tam bir karmaşaya çevirdik. Bunun çok basit bir nedeni vardı: İktidarın nimetleri, her zaman olduğu gibi gene toplumun ikbalinin ve bekasının önüne geçti. Bundan sonra ne olur? Erken seçimi olmazsa onu da 2011’de göreceğiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder