1 Eylül 2010 Çarşamba

Biz Bu Yarışta Nal Toplarız

Biz Bu Yarışta Nal Toplarız

Gürcan Banger

Hürriyet’in İnternet sitesinde haber şöyle verilmiş: “Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Temmuz ayı geçici dış ticaret verilerini açıkladı. Türkiye'de, Temmuz ayında, 2009'un aynı ayına göre ihracat yüzde 6 artarak 9 milyar 597 milyon dolar, ithalat ise yüzde 24,6 artışla 16 milyar 13 milyon dolar olarak gerçekleşti. Temmuz ayında geçen yılın aynı ayına göre, dış ticaret açığı yaklaşık yüzde 70 oranında bir artış kaydederek, 3 milyar 796 milyon dolardan 6 milyar 417 milyon dolara ulaştı. 2009 Temmuz ayında yüzde 70,5 olan ihracatın ithalatı karşılama oranı, 2010 Temmuz ayında yüzde 59,9'a geriledi.”

2009 yılı krizin daha yoğun yaşandığı bir yıldı. İthalatın daha düşük olmasını olağan karşılamak gerekli… Buradaki ihracatın ithalatı karşılama oranının düşmesinden kaynaklanıyor. Gelişen bir ekonomide artan ithalatla birlikte ihracatın daha fazla artması ve yurtiçinde katılan değerle ülke ekonomisinin kazancının yükselmesi beklenir. Hâlbuki Türkiye’de birim ihracat içinde ithalatın payı neredeyse yüzde 85’lere dayandı. 100’e sattığımız bir malın yaklaşık 70 - 85’ini zaten dışarıdan alıyoruz. Dolayısıyla bir yandan ithalat artıyor, diğer yandan bizim kattığımız değer azalıyor. Bunun adı da ‘dışa açık ekonomik büyüme’ oluyor. Bunu anlayan varsa beri gelsin.

Dünyada bilim ve teknolojide hızlı gelişmeler var. Eğer bir yarışta hızlı ve gelişmiş otomobile sahip olan siz değilseniz, otomobil teknolojisinin geldiği üst düzey nokta konusunda fazla sevinmenize gerek yoktur. Çünkü yüksek nitelikli otomobile sahip olan yarışta sizi geride bırakır gider. İşte; bilimsel ve teknolojik gelişme de buna benziyor. “Oh, ne güzel! Dünya, bilim ve teknoloji alanında gelişmeler kaydediyor” dediğinizde, kendinize dönüp “Bu arada ben ne yapıyorum?” diye sormanız gerekir. Çünkü bilim ve teknolojide “dünya” diye söyleyebileceğimiz bir olgudan daha çok, bu gücü ve gelişimi elinde tutan gelişmiş ülkeler var. Eğer bilimsel ve teknolojik gelişme için ülke olarak gerekli vizyona ve yapılanmaya sahip değilsek; “Gelişiyor” dediğimiz şey, bizi gerilerde bırakmaya aday olan şeydir.

Bilimsel ve teknolojik buluşlar, gelişmiş ülkeleri daha ilerilere götürürken, ekonomik gelişimini tamamlayamamış ülkelerin daha da geri kalmasına neden oluyor. Gelişmiş ekonomilerde bilime, teknolojiye, araştırmaya, geliştirmeye ve yenilikçiliğe verilen önem, bu ülkelerin pek çok açıdan gücü ellerinde tutmalarına neden oluyor. Geri kalmış olanlar ise ancak büyük bedeller ödeyerek bu gelişimin ürünlerini satın almak zorunda kalıyorlar. Gelişmişlerin geri kalmışlardan elde ettikleri artı değer ise yeni atılımlar için taze kaynak oluşturuyor. Bugün az gelişmiş ülkelerde yaşanan zulmün ve zilletin arkasında, geri kalmışlığın bilim ve teknoloji alanında gerekli model ve söylemi oluşturamamış olması var.

Az gelişmiş ülkelerin en temel sorunlarından birisi sermaye birikimi konusundaki zafiyetidir. Sermaye birikimi sağlanamayınca veya sağlansa bile bu birikim gerekli hedefler için uygun kanallara akıtılamadıkça, geri kalmışlık sarmalını aşmak mümkün görülmüyor. Büyük oranda ithalata dayalı ekonomik yapılanmalara dayalı IMF ve Dünya Bankası politikaları ile az gelişmişliği kıracak gerekli kalkınma sürecinin sağlanamayacağı her gün bir kez daha kanıtlanıyor.

Gelişmiş ülkelerin katma değer yarattıkları sektörlere baktığımızda; genelde bunların arkasında bilim, teknoloji, yenilikçilik ve ar-ge gibi unsurların varlığı dikkati çekiyor. Bugüne kadar fasoncu işgücü, hammadde ve düşük teknoloji içeren malların ihracatı ile hiçbir ülkenin az gelişmişlik zincirlerini kıramadığını görüyoruz. Belli dönemlerde kısmî iyileşmeler sağlansa bile; ekonomik ve sosyal kalkınma, sürdürülebilirlik niteliğine sahip olamıyor.

Okumuş ve elit çevrelerde bilim ve teknolojik gelişimi alkışlamaya benzer bir diğer eğilim de küreselleşmenin yüceltilmesi olarak görülüyor. Hâlbuki küreselleşmenin sonuçlarının farklı ekonomik kalkınma düzeyindeki ülkelere farklı biçimlerde yansıdığını biliyoruz. Örneğin küreselleşme süreci ile birlikte ortaya çıkan küresel bütünleşme biçimleri, az gelişmiş ve geri kalmış ülkelerin dünya ekonomisi içindeki güç ve etkinliğini giderek azaltıyor. Bu durum, bir başka boyutta siyasal ve askersel alandaki güç ve etki kayıpları olarak yansıyor.

Küreselleşme süreci, bir anlamda gelişmiş ülkelerin taleplerinin her an daha fazla küresel bir nitelik almasına neden oluyor. Küreselleşme ile sınırlar belirsizleşirken, gelişmiş devletler başka ülkelerin sınırları içinde kalan her türden kaynak için daha fazla talepkâr olmaya başladılar. Örneğin Ortadoğu’nun petrol kaynakları üzerinde gözlediğimiz saldırgan emeller bu olgunun örneklerinin başında geliyor.

Bir noktayı vurgulayarak bitirmek istiyorum. IMF ve Dünya Bankası politikalarının hedefi, az gelişmiş ülkelerin dışarıdan daha fazla küresel kaynak sağlamaları gibi görünüyor ya da gösteriliyor. Hâlbuki bu politikaların uygulamasına finans sektörü ve dış ticaret açısından baktığımızda; az gelişmişlerden gelişmişlere doğru giden kaynak akışının, gelenden çok daha fazla olduğunu görüyoruz. Özetle; bugün gelişmişlerin geri kalmışlardan beslenmesinin sadece farklı bir görünümünü yaşıyoruz. Çözüm ümidi var mı? Ne yazık ki; buna kısa vadede olumlu bir cevap vermek zor.

Özetle; ülke ekonomisinde ne tutsan elinde kalıyor. İşte; artan ithalat, katma değerli olamayan ihracat, yükselen cari açık… Bilimsel çalışma, ar-ge, ür-ge, teknoloji geliştirme bu ülkenin ufkunda yükselir mi, bilen yok. Bilen olmadığı gibi sorunlara sahip çıkıp çözecek gibi bir rüzgâr da esmiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder