16 Eylül 2010 Perşembe

Halk Oylamasını Yoksulluk Kazandı

Halk Oylamasını Yoksulluk Kazandı

Gürcan Banger

Eskişehir’de Anayasa değişikliğine ilişkin halk oylamasını mahalle ve sandık bazında incelediğimde; dikkatimi çeken konulardan birisi mahallelerin sosyo-ekonomik durumunun oy tercihlerine yansıması oldu. Seçimi bir kez daha yoksulluk kazandı. Tarafgir olmadan mahalle veya semt bazında yapılacak herhangi bir akılcı çalışmanın bu tespiti doğrulayacağını görebilirsiniz. Benzer sonuçları, 2009 yerel seçim sonrasında yaptığım analizde de elde etmiştim. Oy verme tercihi ile hane halkı geliri arasında mevcut olabilecek bir ilişkiyi araştıran bir bilimsel çalışma ilginç sonuçlar verecektir. Bu noktayı sosyal bilimler dalında akademik çalışma yapan değerli bilim insanı arkadaşlarıma hatırlatmak isterim.

Yukarıdaki tespitin araştırma sonuçları ile de doğrulanması durumunda (-ki doğruluğundan kendi adıma kuşku duymuyorum); herhangi bir kent yöneticisi, “Vatandaşın geçim düzeyi ya da bir gelir elde edip etmediği beni ilgilendirmez” diyebilir mi? Bir üst düzey kamu yöneticisi, “Vatandaşın geçim problemlerinden benim bakanlığım ya da yönetimim mesul değildir” şeklinde bir açıklamada bulunabilir mi? Bu soruya “Evet” ya da “Hayır” diye cevap verenler olacaktır. Ama burada bir noktayı gözden kaçırmamak gerekir. Atanmış veya seçilmiş kamu yöneticisinin görevi vatandaşa hizmet etmektir. Hizmetin arkasındaki ana fikir ise daha iyi ve insana yakışır bir yaşamdır. İyi bir yaşamın gereklerinden birisi ise vatandaşın (hane halkının) geliridir.

Gelir Hakkı
Vatandaşın (hane halkının) gelir hakkı, toplumu oluşturan kişi, kurum ve kuruluşların tümünün ortak üretimi ile elde edilen hâsıladan her vatandaşın pay alması demektir. Çünkü vatandaşın insan olarak yaşayabilmesi için bu geliri elde etmesi gerekir. Bu nedenle vatandaşlık geliri –bir başka deyişle; asgari gelir hakkı– bir insanlık hakkıdır. Eğer sosyal adaletten, mevcut hâsılanın paylaşım adaletinden söz edilebilen bir dünyada yaşamak istiyorsak, vatandaşın gelir hakkını teslim etmek zorundayız.

Bir gelire sahip olmadığı için gününü aç geçirmek zorunda kalan veya yakacak satın alacak geliri olmadığı için soğuğa direnmek durumunda olan bir vatandaşın durumunu nasıl açıklayacağız? Böyle bir durumu “Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir” diye dile getirmek, böylece kişisel ve sosyal ruhumuzu huzura kavuşturmak mümkün müdür?

Vatandaşın (hane halkının) gelir hakkı, sadece bir yoksullukla mücadele söylemi değildir. Benzer şekilde vatandaşın gelir hakkı, hali vakti yerinde insanların yoksullara yönelik himmeti veya hayırseverlik esaslı yardımı da değildir. Asgari gelir hakkı, bir vatandaşın bir toplumda yaşadığı için elde etmesi gereken insanlık hakkıdır. Bu hak, bir yandan bireyin toplum içinde yaşamasından kaynaklanan bir sosyal hak olurken; demokrasinin ve özgürlük anlayışının günümüzde vardığı noktada aynı zamanda bir siyasal haktır. Bu nedenle siyasetin söz vermesi ve bir sosyal sözleşme ile güvence altına alması gereken bir insanlık hakkıdır.

Devletin sosyal politika yaklaşımları, genel olarak ulusal hâsılanın veya bütçenin ucundan kıyısından yoksullara bazı yardımlar sağlamak olarak algılanır. Bu süreçte çok basit ama çok önemli bir gerçek gözden kaçırılır. Bu gerçek, devletin insanın varlığı, kalıcılığı ve sürdürülebilirliği için var olduğudur.

İnsana vurgu yaparken bakışımı ‘insan odaklı bir yaşam’ söylemine kilitlemediğimi söylemeliyim. Vatandaşın gelir hakkı, çok daha büyük bir kapsam olan ‘tüm unsurlarıyla yaşam odaklı yaşam’ söyleminin bir parçası olmak durumundadır. Bir başka deyişle; sosyal ve ekonomik sistem, bir yandan vatandaşın sürdürülebilirliğini sağlarken, diğer yandan onun –canlı ve cansız– yaşamsal çevresini de koruyup geliştirmek zorundadır.

Yaşam hakkı, sadece bir varlığa sahip olan veya bir gelir elde edebilen vatandaşlara ait değildir. Yaşamın sürdürülebilirliği, bir insan olarak vatandaşlık hakkıdır. Asgari gelir hakkı da bu anlayışın bir parçası olarak insanlık hakkıdır. Ama şu noktayı da vurgulamak gerekir. Çalışabilecek olan insanın gelir hakkı, öncelikle onun istihdam edilme (iş bulabilme) hakkıdır; dolayısıyla kamunun bu yönde yatırımın, girişimin, dolayısıyla istihdamın önünü açması gereğidir.

Yoksulluk
Toplumun veya onu oluşturan unsurların ya da devletin öncelikleri, bazı vatandaşları açlığa, yoksulluğa, bakımsızlığa veya açıkta kalmaya mahkûm edebilecek kadar acil, önemli veya öncelikli olamaz. Asıl olan, yaşamın sürdürülebilmesidir. Devlet de bunun için vardır.

Bugün pek çok az ve orta derecede gelişmiş ülkede olduğu gibi; öncelikli sorun, geçim sıkıntısı ve yoksulluktur. Geçmişte ‘işçi babası’ rolüne soyunup “Şu kadar bin tane işçi çalıştırıyorum” diye övünenlerin, her krizde veya kriz riskinde yüksek sayıda işçi çıkarma planları yaptığına bakılırsa, bu sıkıntı daha da derinleşecek. Kârın yüksek ve katma değerin keyif verecek ölçüde verimli olduğu dönemlerde çalışana iş verme özverileri konusunda mangalda kül bırakmayanların, krizi görünce nasıl kendi bireysel kurtuluşlarının derdine düştüklerini bir kez daha görüyoruz.

Dünya bir küresel krizin sonuçlarını yaşamaya devam ediyor. Her ne kadar bu kriz öncekilerden farklı olarak gelişmiş ülkelerden başlasa da; olumsuz sonuçları açısından az ve orta derecede gelişmiş olanları vuruyor. Bu ülkelerde işsizlik ve yoksulluk hızla büyümeye başladı. İşin kötüsü, bugüne kadar yoksullukla mücadele adına elde edilmiş kazanımlar da hızla yitirilmeye başladı. İş dünyası, gemisini kurtarmak için öncelikle çalışanları fırtınalı denize atmakta çok arzulu görünüyor.

Ulusal ve yerel ölçekte bakıldığında; yaşanan olumsuzlukları, mevcutlardan herhangi bir siyasal partiye bağlamak gerçeği yeterince açıklamak için doğru ve yeterli olmaz. Yaşanan sıkıntılar, var olan sistemin veya sistemsizliğin sonuçları olarak görünüyor. Bu süreçte hiçbir kişi, kuruluş ya da kesimin kendini sütten çıkmış ak kaşık bulması mümkün değil. “Halkın geçim sıkıntısının ve yoksulluğunun yaratıcısı ben değilim” deyip işin içinden çıkmaya kalkan varsa; bilmeli ki, toplumda ne olup bitiyorsa, tümü devleti, merkezi ve yerel yöneticileri kaçınılmaz biçimde ilgilendirir. Ama vatandaşın gelir hakkı adına yoksullukla mücadelenin yolu, çok bilinen şekliyle “balık vermek değil, balık tutmayı öğretmektir.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder