25 Eylül 2010 Cumartesi

Nereden Nereye?

Nereden Nereye?

Gürcan Banger

Aşağıda okuyacağınız satırların önemli bir bölümünü 2000’li yılların başında yazmıştım. Dünü okumak ve bugünle karşılaştırmak, gerçekten yararlı oluyor. Dünyanın, ülkemizin, toplumumuzun ve ekonomimizin nereden nereye geldiğini karşılaştırarak görme fırsatı veriyor. Tabii ki; bunda çevremizdeki değişim kadar bizim algı modelimizin değişmesinin de etkisi var.

Yaklaşık 25 yıl kadar önce Anadolu Üniversitesi’nde bir öğrencinin proje çalışması olarak düzenlediği bilgisayarın eğitimde kullanılmasına ilişkin bir tartışma oturumuna katılmıştım. Düzenleyiciler beni bilgisayar uzmanı olarak çağırmışlardı. Toplantıya giderken zor soru ve tartışma savlarıyla karşılaşabileceğimi düşünmüş; itiraf etmek gerekirse doğru cevapları verip veremeyeceğimden emin olamamıştım.

O sıralarda bilgisayar destekli eğitim çalışmaları henüz başlamamıştı. Ben de henüz üniversitede ders vermeye başlamamıştım. Tartışmada başta öğretmenler olmak üzere eğitimciler, değişik alanlarda uzmanlar ve öğrenciler vardı. Sanırım belirsizlik ve bilgi eksikliğinden kaynaklanan nedenlerle bilgisayarın öğretmenin yerini alacağı (veya almaması gerektiği) fikri değişik konuşmalara neden olmuştu. Konuşmalarımın uzunca bir bölümünde eğitimde bilgisayar kullanma fikrinin, bilgisayar ile öğretmeni ikame etmek olmadığını anlatmaya çalışmıştım. O gün yenileşme ve değişimin yarattığı ürküntüye karşı bilgisayarı savunmak önemli ölçüde bana düşmüştü. Birkaç ay sonra bilgisayar karşıtı görüşleri savunan eğitimcilerden birisini bilgisayar salonunda bilgisayar başında görünce hayli sevinmiştim.

Aradan uzun zaman geçti. Bilgisayar alanında çok önemli gelişmeler oldu. Benzer gelişmeleri iletişim alanında da gözledik. İletişim ve bilişim alanları birbiri içine geçti. Bu arada bilgisayar alanındaki bilgi birikimimde mesleğim ve ilgi alanlarımdan birisi olması nedeniyle artış oldu. Uzun süredir bilgisayar ve ilgili konularda üniversite düzeyinde öğretim görevim var. Ama yukarıda anlattığım olayı hatırladığımda, şimdi farklı düşüncelerle beslenmiş farklı duygular içinde olduğumu hissediyorum. Dün (o tartışmada) sorgusuz olarak savunduğum bilgisayar konusunda artık benim de o tartışmada bulunan bazı eğitimciler gibi, ama öncelikle kendime sorduğum bazı sorular var.

Bilgisayar sektörünün bazı özellikleri var. Bunlar arasında giderek belirginleşen bir tanesi, arz-talep ilişkisidir. Pek çok alandan farklı olarak bilgisayar sektörü, arz güdümlü (arz tarafından yönetilen) özellik göstermektedir. Bu nedenle pazar, tüketicilerin neyi almak istediklerine göre değil, üreticilerin (genelde Intel, Microsoft, IBM, Sun vb gibi pazar denetimini elinde tutan büyük şirketlerin) neyi satmak istediklerine göre oluşmaktadır. 1980’li yılların sonlarında bilgisayar satıcıları “Herkes bilgisayar aldığında biz ne alıp satacağız?” diye kendi aralarında espri yaparken bugün 3 yıl önceki bilgisayar modellerini ve özelliklerini hiç kimse hatırlamamaktadır. Her yıl aynı ürün en az 1-2 kez özellik (sürüm) değiştirmektedir. Bilgisayar programları (yazılım) alanında da durum aynıdır. Yaklaşık her 10-12 ayda büyük miktarda paralar ödenerek alınan ürünün yenisi pazara sürülmektedir.

Bilgisayar alanındaki bu arz güdümlü değişim, başta KOBİ’lerin işletme (giderek yatırım) giderlerinin önemli ölçüde yeni kalemlerle kabarmasına neden olmaktadır. Artık ev bilgisayarlarının da 1-2 yılda bir değiştiğini dikkate alırsak ev tüketicileri açısından da yeni masraf kalemlerinin gündemde olduğunu fark ederiz. Sektörün önemli ölçüde ithalata dayalı olması, bu konuda (hem yerel hem de ulusal olarak) neler yapılabileceğini düşünmemiz gerektiğini tekrar hatırlatmaktadır.

Bilgisayar ile ilgili olarak kendime sorduğum sorulardan bir diğerini ise bilgisayar fetişizmi olarak isimlendirebilirim. Ticari pazarı hızla büyüyen sanallaşma ile insan-makine arayüzündeki baskınlık eğiliminin bilgisayar lehine gelişmekte olduğunu düşünüyorum. Bir araç olması gereken bilgisayar, sanki hızla bir amaç olmaya doğru yol alıyor. Merkezden olması gereken insan, dışa doğru savrulurken (ticari pazar zorlamalarıyla) merkeze bilgisayar yerleşiyor. Bir tür yabancılaşma. Bunda eğitim sistemimizdeki zafiyet ve eksikliklerin etkili olduğunu düşünüyorum. Bir dönem el telsizleri, şimdi cep telefonları ile yaşanan sosyal olumsuzluklar şimdi bilgisayar ile yaşanıyor gibi... Teknolojinin insan malzemesi ile yoğrulmasında ve doğru sosyal ilerleme yolunun saptanmasında önümüzde ciddi görevler duruyor.

Avrupa Birliği’ne katılmamız konusunda olumlu görüş bildiren yazar-çizer aydınlarımızdan önemli bir bölümünün, bu taleplerinin altında Batı’dan Türkiye’ye doğru özgürlük, demokrasi rüzgârlarının esmesi olduğunu bilirsiniz. Ülkede bu zafiyet eksiklikleri giderecek iç dinamiklerin olması (geliştirilmesi) gerektiği unutulur nedense... Bilgisayar ve Internet konusunda da bu tür eksikli düşüncelerle sıklıkla karşılaşıyoruz. Bilgisayarlı donanım aracılığı ile ulaşılan Internet, bir iletişim ve paylaşım ortamıdır. Yaşam süresi açısından oldukça yenidir. Yukarıda sözünü ettiğim bilgisayar alanının arz güdümlü niteliğinin bu ortama giderek daha çok yansıması beklenmelidir. Önümüzdeki dönemde (gerçek veya sanal) paranız oranında iletişim yapıp paylaşabileceğiniz bir ortam olması çok muhtemeldir. Dolayısıyla KOBİ’leri ve ev tüketicilerini etkiyecek yeni masraf kalemleri beklenmelidir.

Yukarıda sözünü ettiklerim, 1980’li yılların ilk yarısında yaşadığım gibi bir bilgisayar karşıtlığı değil. Bir düşünsel gezinti... Sıklıkla bilişim alanının psikolojik, sosyal, düşünsel sözün kısası insani olan yönlerini gözden kaçırdığımızı düşünüyorum. Bunu tek tek bireyler ve toplum olarak hatırlamamız gerektiğini söylemeye çalışıyorum. Artık bilişim, kendi kendine spontane emeklemeye, yürümeye, gelişmeye çalışan bir alan olmaktan kurtulmalı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder