15 Eylül 2010 Çarşamba

Küreselleşme, Kriz ve Gündem - 2

Küreselleşme, Kriz ve Gündem - 2

Gürcan Banger

Dünya 20’nci yüzyılın son çeyreğinden bu yana önemli bir değişim sürecinin içinde. Bu süreçten Türkiye de nasibini alıyor. Bu nasip alma, sadece pasif bir etkilenme şeklinde değil. Önce dışsal olarak etki yapan unsurlar ulusal, bölgesel ve yerel faktörlerle eklemlenerek yeni bir konjonktürün oluşmasına vesile oluyor. 12 Eylül 2010 referandumunun getireceği yeni şartlar, bu eklemlenmenin yeni örneklerinden birini oluşturacak.

Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki devletin dönüşümü sürecini izlediğinizde; siz de bu yaklaşıma hak vereceksiniz. Kısaca söylersek, olup biten şudur: “Küresel sistemle bütünleşirsen, gerini merak etme sen!” Ama ‘gerisi’ kime yarar; orası biraz su götürür.

Küresel burjuvazi adını verebileceğimiz bu yeni olgu, bir yandan neo-liberal politikalardan beslenirken, diğer yandan da küresel güç ve yönetim merkezlerini ve neo-liberalizmin tarzını etkileyerek kendi lehine yeni bir yaklaşım oluşmasına vesile oluyor. Bu süreçte büyük veya küçük ayırımı yapmaksızın; devletlerin hiçbiri, bu yayılımın ve güç alanının etkinleşmesine karşı duramıyor. Artık küresel sermaye sınıfının sorunu, tüm ‘ulusal’ ekonomilerin sorunu olarak ortaya çıkıyor. Küresel kriz olduğunu düşündüğümüz küresel olayların, genelde bu sınıftan kaynaklandığını öğrenmeye başladık.

Başta az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere baktığımızda; bu yeni sınıfın çıkarlarının korunması görevinin, bir dönüşüme uğraması için çaba sarf edilen ulus-devlete verildiğini görüyoruz. Bu dönüşümde aygıt görevi yapacak belli başlı örgütlerin ise IMF ve Dünya Bankası olduğu gözleniyor. Her iki kurumun da aynılaşan ve küresel burjuvazinin çıkarları ile paralellik gösteren vizyon ve anlayışları bu tezi doğrular gibi.

Küresel sermayenin devlet mekanizmasından beklentileri nelerdir? Mülkiyetin korunması, ulusal ekonomiye giriş-çıkış serbestliği, ülke kaynaklarının sıkıntısız kullanımı, ekonomik ve sosyal ilişkileri kolaylaştıracak biçimde hukukun üstünlüğü, siyasal ve ekonomik istikrar, ucuz üretim kaynakları ve benzerleri… Bunların olabilmesi için devletin bu anlayışa uygun olarak dönüşmesi gerekiyor. Aslında içeride yönetim modelinin ne olduğunun fazlaca önemi de yok. Dolayısıyla ulus-devlet, kendi meşruiyet ve yönetim anlayışı açısından bu anlamda içeride rahatını bozmayabilir. Önemli olan, dış dinamiklerin ihtiyaç, beklenti ve isteklerine açık ve cevap verebilir olabilmesi. Eh, bir anlamda ‘dış müşteri memnuniyeti’… Ve tabii ki; küresel sermayenin konuşlandığı ülkelerde varlık ve durumunun korunması da yeni türden fonksiyonların başında yer alıyor.

Bir de; devletin dönüşümüne bakalım. İlk elde, ekonomideki üretim ve dağıtım sisteminin piyasaya bırakılması geliyor. Bazı yazarlar bu çerçevede oluşmuş devlet modelini ‘özel çıkarlar devleti’ olarak isimlendiriyor.

Değişimin ikinci unsuru ise ihracata dayalı bir kalkınma modeline yönelerek pazar esaslı yeni sistemle bütünleşmek. Ama ihracatın bir de arka yüzü var. Sınırlarını geçirgen tutarak ihracata yöneldiğin zaman, aynı anda sınırsız ithalat için de kapıları açmış oluyorsun. Dolayısıyla daha fazla dış satım için daha fazla dış alım gerekiyor.

Üçüncü unsur, özleştirme mekanizmasıdır. Çoğu zaman ‘minimal devlet’ şeklinde anlatılan bu yaklaşım, üretken ekonomiye girmeyen ama ekonominin düzenlenmesi ve denetlenmesi görevini taşımaya devam eden devlet anlayışıdır. Bu çerçevede devletin asli görevi, üretim ve dağıtım mekanizmalarından vazgeçerek küresel yapı ile bütünleşmiş ekonomik sistemi koruma ve kollama biçimine dönüşür.

Diğer yandan; devlet ekonomik bir aktör olmaktan geri çekilirken; sağlık, eğitim veya çevre gibi alanları da serbestleştirir. Bu kamusal alanlar, başta küresel sermaye için olmak üzere yeni birer girişim alanı haline dönüşür.

Devletin değişim ve dönüşümünü ifade etmek üzere daha pek çok unsurdan söz edebiliriz. Burada vurgulanması gereken nokta şudur. Yeni gelişen küresel sermaye sınıfının beklentilerine uygun küresel ve ulusal piyasa ortamlarının oluşması için ulus-devletin sönümlenmesine gerek yoktur. Aksine küresel sermaye, (değişikliklere uğrayabilmesine rağmen) daha uzun süre var olacağı anlaşılan ulusal sınırlar içinde güven içinde olmayı ve servis yapılmayı bekler. Dolayısıyla değişime uğrayan ulus-devlet, piyasanın kurallarını küreselliğe paralel olarak belirlemek, yorumlamak, uyarlamak ve uygulamak görevi donanmıştır. Şimdilik başlıca fark, refah devletinin reytinginin düşmesiyle birlikte bir ekonomik aktör olmaktan vazgeçmesidir.

Önümüzdeki dönemde Türkiye’nin gelişim ve değişimini belirleyecek küresel çerçeve şartlar özetle bunlardır. Hiç kuşkusuz; küreselliğe eklemleyebileceğimiz etnik terör ve etnik kimlik tanıma bazı konular da sürecin belirlenmesinde etkili olacaktır. Diğer yandan küresel kriz risklerine karşı küresel düzeyde alınacak önlemlerin yansılarını da ulusal, bölgesel ve yerel düzeylerde yaşayacağız. Türkiye’nin önünde geçmişte yaşananlara oranla yeni ve farklı süreçler manzumesi var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder