7 Eylül 2010 Salı

Enerji ve Kalkınma

Enerji ve Kalkınma

Gürcan Banger

Dünyanın gerçeklerini kırılma noktalarında daha iyi kavrıyoruz. Peşpeşe gelen, birbirine benzer damlaların bir tanesi bardağın taşmasına neden oluyor. Bir de bakıyoruz ki; dünya tarihinin bir kırılma noktasına ulaşmışız.

Bir kez yaşamıştık… 1970’li yıllar enerjinin ucuz olmadığını yaşadığımız ilk kırılma noktası idi. O yıllarda belki de ilk kez petrol başlığı altında enerji, bir silah olarak kullanılmaya başlamıştı. Şimdilerde ise Çin, Hindistan ve ABD kaynaklı küresel talep patlamasını yaşıyoruz.

Anlaşılıyor ki; enerji arzı, küresel talebi karşılamanın giderek daha fazla gerisinde kalacak. Fiyatların, önceki seviyelerine inmesini kimse beklemiyor.

Geleneksel enerji kaynakları hızla tükeniyor. Umut olarak teklif edilen yeni ve alternatif enerji kaynakları ise henüz tüketim içinde çok küçük bir paya sahip.

Hidrojen ve yakıt hücresi türündeki yeni enerji kaynakları için yapılması gereken yatırımlar ve çözülmesi gereken kapsamlı sorunlar var. Özetle; geleneksel enerji türleri ile fosil yakıtlar hâlâ gözbebeği olmaya devam ediyor.

Yatırım ihtiyacı gözleniyor. 21’inci yüzyılın ilk çeyreğinde enerji arz – talep dengesini sağlamak için yaklaşık 13 trilyon dolar yeni yatırıma ihtiyaç var. Bu, “Vay be!...” dedirtecek büyüklükte bir meblağ.

Büyüklü küçüklü krizlere rağmen enerji talebi büyüyor. Çin ekonomisi, yaklaşık olarak yüzde 10 büyüyor. Hindistan’ınki yüzde 8, Bağımsız Devletler Topluluğu’nunki ise yüzde 7. Büyüyen ekonomiler, bir yandan daha fazla kazanırken, diğer yandan da daha fazla enerji talep ediyor. Bu arada hızla büyüyen bu ekonomilerin, dünya enerji kaynaklarını sahiplenmede atılgan ve girişimci hale geldiklerini görüyoruz.

Ne olacak? Her yıl dünyanın en zengin 500 kişisi arasında Asyalıların sayısı artıyor. Asyalı şirketler, her geçen gün yeni şirketler satın alıyorlar. Satın aldıkları arasında enerji şirketlerinin dikkati çeken bir yüzdesi var. Özetle; enerji krizi ile birlikte dünyada güçler dengesinin değişebileceği konusunda ipuçları oluşuyor.

Dengeler değişiyor. Dengelerin değiştiği bir dünyada ülke olarak biz nerede duruyoruz? Biz, bu küresel oyunda “enerji bağımlısı” rolünü oynuyoruz.

Enerji tüketimimizde petrolün payı yüzde 40. Petrolü yüzde 25 ile doğalgaz izliyor. Enerji ihtiyacının yüzde 25’ini kömürle karşılıyoruz. Yaklaşık yüzde 10’luk kısım ise su enerjisinden geliyor. Tüketimin yüzde 72’si ithalatla karşılanıyor.

Enerji = Risk anlamına geliyor. Enerji tüketiminin yüzde 72’sini dışarıdan satın alıyoruz.
Bu kadarla kalmıyor. Petrol ihtiyacımızın yüzde 90’ını ve doğalgaz ihtiyacımızın yüzde 96’sını dünyanın istikrarsız bölgelerinden ithal ediyoruz.

Ne yapmalı? Enerji konusunda bu denli dışa bağımlılık ve riskle yüzyüzelik, enerjinin bizim açımızdan yaşamsal öneme sahip olmasını getiriyor. Bu yakıcı önemin farkında mıyız? Doğrusu; farkında olduğumuzu söylemek zor…

Dünyada önemli yönelimler var. Ucuz ve kolay petrol dönemi sona erdi. Petrol arzını üretim kadar arz kesintileri, siyasi riskler ve terör tehditleri belirliyor. Yeni üretim imkanları için yatırım maliyetleri karşılanması zor düzeylerde. Üretici şirketler de uzun vadeli yatırımlar konusunda isteksiz. İran, Irak, Venezuela, Nijerya, Rusya ve Suudi Arabistan gibi ülkelere petrol yönünden bağımlılık artacak. Kaynakların üçte ikisi Körfez ülkelerinde… Bu bölge için savaş sürmeye devam edecek. (Kerkük hayali görmeye gerek yok.) BRIC ülkeleri ve ABD, tüketim yapısını belirlemeye devam edecekler. (Yarın konuya devam edeceğim.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder