2 Kasım 2010 Salı

Geleceği Göremeyen Siyaset

Geleceği Göremeyen Siyaset
2 Kasım 2010 köşe yazısı

Gürcan Banger

Kanımca; siyaset sistemimizin en büyük özelliği ilkesiz olması ve gelecek tasarımının bulunmamasıdır. Böyle olduğu için de ancak krizlere tepki vererek yön bulmaya çalışır. Siyaset, bu ülkeye özgü doğası gereği kendi dinamikleriyle değil, ülke içindeki veya dışındaki bazı ‘siyaset dışı’ odakların yarattıkları etkiye göre hiza alır.

Muhalefette düşük oy oranı ile bulunurken; seçim barajlarının yüksekliğinden şikâyet etmeyen siyasal parti yok gibidir. Gerçekten de yüzde 10 gibi çağdaş dünyada pek örneği görülmeyen bir kısıtlama nedeniyle yüksek miktarda oy heba olmaktadır. Bu oy hovardalığının dikkate almadan, iktidar partisinin aldığı oy oranını ulusal irade kabul etmek biraz tuhaf oluyor.

Barajın yüksek tutulmasındaki mantık, 12 Eylül felsefesine uygun olarak birilerini siyasal sistemin dışında tutmaktır. Ama ateş düştüğü yeri yaktığından, neredeyse tüm siyasal partiler yüksek barajın altında kaldıkları sürece şikâyet etme ilkesizliğine sahipler. Muhalefette iken barajdan şikâyet edip iktidara geldiğinde, barajın düşürülmesinin demokratik bir uygulama olacağını hatırlayana rastlamadım.

Yine siyasal parti sisteminin delegelik yapısı üzerine kurulmuş olması en ciddi siyaset sorunlarından bir diğeridir. Delegelik yaklaşımı, siyaseti bir rant sistemi haline dönüştürmekte. Bugün pek çok partide yaşanan iç sorunların, genel başkanlık oligarşisinin ve demokrasinin işlemeyişinin altında bu sorun yer alıyor. Delegelik modelinin, Siyasi Partiler Kanunu’nun değiştirilmesi ile daha uygun olanla ikame edilmesi yönünde hâlâ bir isteklilik ve heyecan görmüyoruz.

Başka ülkelerdeki siyasal parti sistemlerine baktığımızda; seçim ittifaklarına değişik biçimlerde imkân sağlandığını izliyoruz. Bizde ise seçim ittifaklarının yasal olarak düzenlenmiş olması, yine partilerin ancak muhalefette iken aklına gelebilen bir durumdur. İktidar partisi olunduğunda; bu konunun da unutuluyor olmasını nasıl isimlendirmek gerektiğini size bırakayım. Belki de bir siyasetçi büyüğümüzün dediği gibi; “Dün dündür, bugün bugündür.”

Bugünkü Siyasi Partiler Kanunu ile bir partinin seçime girmesi deveye hendek atlatmaktan bin defa daha zordur. Yerel ve bölgesel partilere imkân tanımamak için yasaya seçime aday partinin ülkenin yarısından fazlasında örgütlenmesi gibi ciddi bir sınırlama konmuştur. İş böyle olunca, yeni partiler seçim sınırlamasını aşmak için tabela örgütleri kurmakta ve fikren parti ile ilgisi olmayan kişilerden yönetimler oluşturmak zorunda kalmaktadır. Boşu boşuna harcanan kaynakları ise hatırlatmama gerek bile yok.

Bizim siyasal sistemimiz, siyaseti yaşamın kendisinden ayrı, soyutlanmış bir kategori olarak görür. Bu nedenle yine 12 Eylül felsefesine uygun olarak siyasal partilerin sivil toplum kuruluşları, sendikalar veya meslek odaları ile ilişkilerine bir ‘potansiyel tehlike’ olarak bakar. Bu iletişimsizlik nedeniyle de partilerin vizyon, program, proje ve insan zenginliği eksik ve zayıf kalmaya devam eder.

Özetle; şunu diyebilmenin çabasındayım. Siyaset sisteminin yasal olarak vizyoner değişimini acaba ne zaman bir krize ihtiyaç duymadan aklımıza getirebileceğiz? Anlaşılan, bu son krizde de değişimi öldürmeyecek kadar idare edeceğiz.

Siyasetle ilgili bir sınama yapabiliriz. Siyaset, yarınla ilgili sorulara cevap verebilmelidir. Siyasetin ahlakla ilgili cevapları olmalıdır. Siyaset insanların gelecekteki geçimleri ile ilgili açılımlara sahip olmalıdır. Siyaset halka hizmet demektir. Eğer bu veya benzeri sorulara cevapları yoksa, orada halka hizmetten başka şeyler var demektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder