22 Kasım 2010 Pazartesi

Siyaset Gündeminden Dersler

Siyaset Gündeminden Dersler

Gürcan Banger

2011 Genel Seçimine dair yapılan izleme ve gözlemler, iktidar partisinin yeni dönemde çoğunluk partisi olmaya devam edeceğine ilişkin ipuçları veriyor. Türkiye gibi gündemin çok hızlı değiştiği ve toplumun siyasal belleğinin zayıf olduğu bir ülke için de bunu söylemek mümkün. Diğer yandan bu görüntü içinde bile siyasetin objektif arayışlarını görebiliyoruz.

12 Eylül Darbesi (ki aslında dünyanın en büyük gücünün bir bölgesel temizleme faaliyetinden başka bir şey değildi), ülkede siyasetin ciddi bir kesimini yok etti. Darbenin içinde yer aldığı Yeşil Kuşak hareketi ile birlikte düşündüğümüzde; bu yok ediliş küresel düzeyde de etkiler oluşturdu. Bugün siyasal gündem sorunlarının ciddi bir bölümünün bu yok ediş süreci ile ilgili olduğunu her geçen gün daha açık ve seçik gözleyebiliyoruz. Örneğin CHP’nin 2010 yılı içindeki arayışlarına baktığımda; bu boşluğun doldurulma ihtiyacı ile hareket ettiğini görüyorum. Her ne kadar CHP’de gerçekleşen arayış, temel ve stratejik bir nitelikte olmasa da halkın bir siyasal ihtiyacını temsil etmesi açısından önemli… Siyasetin özellikle AKP ve MHP’nin temsil ettikleri dışında kalan kısmının CHP tarafından hızla doldurulabileceğini söylemek kolay değil. Ama talebin bu yönde olduğunu açıklıkla görüyoruz. CHP Genel Başkanı’nın ülkenin değişik yerleşimlerinde yaptığı açıklamalar bu tespiti doğruluyor. Türkiye’de siyaset, belli belirsiz de olsa boşluğun doldurulması ihtiyacını itiraf ediyor.

Özellikle 12 Eylül Darbesi’nde sonra siyasetin ekseni rant kavgasına oturdu. Rant ve çıkar arayışlarını yolsuzluk, usulsüzlük, rüşvet, partizan uygulamalar ve adam kayırmacılık takip etti. Bu süreçten ne devlet ne de siyaset kendini ayrı tutamadı. Özellikle siyasetin böyle bir çabası olmadı. Bal tutan parmağını yaladı. Kaşığı bulan daha fazlası için kepçeyi aradı. Siyasal partiler de bu arayışın ana mekânları haline dönüştü. Bugün gördüğümüz manzara budur. Eşe dosta peşkeş çekilen ihaleler, belediyelerden yandaşlara verilen işler, hazine arazilerinin üst düzey bürokrat ve politikacılar tarafından paylaşılması geldiğimiz olumsuz noktanın sıradan görüntülerini oluşturuyor.

Siyasette süreğen rant kavgasının, siyasal örgütü götüreceği yer siyasetsizliktir. Bu süreçte iktidar erki hevesi, siyasal söylemi aktarma heyecanının yerini alır. Giderek siyasal partinin ideolojik içeriği boşalır; tüm çalışma, her ne pahasına oy alma yarışına döner.

Şimdi dönüp ülkede olup bitene bakalım. Sosyal göç ve bunun toplumsal etkileri, 1950’ler sonrasında yeni bir siyaset zemini hazırladı. Başını ABD’nin çektiği, çok ortaklı bir ittifak, bölgemizde uyguladığı Yeşil Kuşak hareketi ile birlikte, siyasal İslam’ın bu zeminde yeşermesini sağladı. Bu yeni iklimin Türkiye’deki adı 12 Eylül darbesi idi. Yabancı unsurların da etkisiyle ülkede yaratılan kaos ve terör ortamı, 12 Eylül ile noktalandı. İşte bu anda gündeme gelen “dört eğilimi birleştirme” anlayışı, Türkiye’de yeni bir tarz-ı siyasetin filizlenmesine neden oldu. Bu noktadan sonra siyasi söylemin fazla önemi yoktu; asıl olan, merkezde birleşmek oldu. Bir başka deyişle; 1980 sonrasında belirginleşen çizgilerden birisi, silikleşen siyasi farklılıklar idi.

Reel Sosyalist Blok’un dağılması ve Dünya’da liberal rüzgarların sert esmeye başlaması, 12 Eylül darbesi ile yakın zamanlara rastlar. Bu nedenle; Türkiye’de yaşanan sosyal “değişimin” nedenlerinin doğru algılanmasını zorlaştırır. Sonuçlar açısından bakarsak; oluşan durum şudur: 1) Siyasal İslam, 12 Eylül öncesine göre yaygınlaşmış ve kitlesellemiştir; 2) Buna karşılık sol dışındaki siyasi ideolojiler silikleşmiştir; 3) Sol, kendini yenileyememiş; darbe sürecinde yitirdiği kadrolarını geri kazanamamıştır; 4) Sol söylem olarak ifade edilen düşünce tarzı, liberal ideolojilerin sert etkileriyle özgün yanını yitirmeye başlamıştır.

12 Eylül’e kadar olan süreçte bazı radikal sol unsurları dışarıda bırakırsak Türkiye solu, söylemini Kemalizm, devletçilik ve ulusalcılık üzerine kurmuştu. Solun, tüm Dünya’daki ilkeler manzumesi olan bazı evrensel değerlerin hayli dışında kaldığını söylemek yanlış olmaz. 12 Eylül sonrasında liberal eksenli veya özentili iktidarlar, Türkiye ekonomisinin devletçilikten uzaklaşmasına vesile oldular. Bir özelleştirme histerisi ile kamu kaynakları dağıtıldı. Söylem düzeyinde ise devletçilik ciddi darbeler aldı.

Siyasal İslam’ın yükseldiği 1980 sonrası dönemde gözlenen olgulardan bir diğeri, devletin Kemalist ideolojisinden uzaklaşması oldu. Ulusal eğitimin içinde Cumhuriyetçi unsurlar birer birer ayıklandı. Resmi ideoloji, okullarda ulusal marşı bie öğretemeyecek bir geri noktaya düştü. Kamu alanları, siyasi kavga arenaları haline dönüştü.

1980 sonrası ekonominin başıboş biçimde dışa açılması sonucunda, krizlerin sık yaşandığı bir dönem oldu. Tarım kesimindeki nüfusun, kentlere akması ile görünmez haldeki gizli işsizlik, görünür haldeki açık işsizliğe dönüştü. Hizmetler sektörü, gizli işsizliği saklayan bir kara kuyu haline geldi. Bölüşümdeki adaletsizlik nedeniyle toplumun bir kesimi hızla zenginleşirken, halkın ciddi bir bölümü yoksulluk ve açlık sınırları içinde kaldı. Bu tür durumlarda siyaset, oy almak için kolayca ve hızla rant dağıtma sistemine dönüşür. Türkiye’de de bu olgu gerçekleşti. Seçmen oyunu vermek için rant istedi; politikacı da oy alabilecek kadarını verdi, veremediği zaman da yalan söyledi. Giderek siyasetin içi boşaldı; konu, rant ve oy alışverişi haline dönüştü.

Bugün siyasette bir boşluk var. Söylemi ve kadrosu ile bu boşluğu doldurabilecek etik değerleri konusunda sağlam ve güvenilir bir siyasi parti aranıyor. CHP’nin yeni genel başkanı bu pozisyona talip olduğunu her vesile ile ifade ediyor. Ama bu partinin siyasal çizgisinden kadrolarına kadar pek çok alanda problemi var gibi… Yakın zamana kadar kendini çağa uygun biçimde farklılaştırmak yerine geçmişin tozlu raflarına mahkûm etmiş bir partinin ne denli değişebileceğini göreceğiz. CHP ya da bir başkası; yarını mı tasarlayacak yoksa düne teslim mi olacak?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder