13 Kasım 2010 Cumartesi

Üretemeyen Yerel Siyaset

Üretemeyen Yerel Siyaset

Gürcan Banger

Son yıllarda siyaset alanının en belirgin özelliklerinden birisi yenilik ve çeşitlilik üretememesi… Bu akamet hali nedeniyle siyasetçiler güncel polemiklerle yetiniyor. Yine aynı nedenle yerel düzeyde siyaset sadece gösteriş esaslı vitrin anlayışıyla yapılıyor. Ne yurttaşların yaşamlarını iyileştirecek projeler var ne de yaşam ortamını geliştirecek yeni fikirler… Proje diye ortaya atılanların kötüsü ülkenin başka şehirlerinden, az daha kötüsü ise yurt dışından kopyalanan kent mobilyalarından ibaret…

Siyasetin (özellikle yerel siyasetin) kalitesini ölçen bir yöntem geliştirsek nasıl bir sonuçla karşılaşırız? Muhtemelen pek iç açıcı bir sonuç olmaz. Bazı kişilere siyasetin kalitesinin ölçülmesi fikri pek somut gelmeyebilir. Ama siyasette kalitenin, vatandaşın istek, talep, beklenti ve gerçek ihtiyaçlarının karşılanma düzeyi olduğunu hatırladığımızda bunu ölçmenin imkânsız olmadığı gerçeğini kavrarız.

Son birkaç yıl içinde dürüst yerel medyanın peşpeşe ortaya çıkardığı bazı yerel yolsuzluk ve usulsüzlükleri hatırlıyorum: Yerel yönetimlerden alınan kayırmalı ihaleler, hazine arazilerini kentin aklı evvellerine peşkeş çekmeler, yapı denetim işlerindeki etik dışı olaylar, siyasetin maaşlı kalemşorları vs… “Her topluluk siyaseten lâyık olduğu şekilde yönetilir” denir ama pek çok açıdan yetkinlikleri olan Eskişehir halkının böylesine seviyesiz bir süreci hak ettiğini düşünmüyorum. Kanımca; bugün Eskişehir’deki yerel siyaset yapılanması ve anlayışı, Eskişehir’in nitelikli ve değişimci yönünün yerel ihtiyaç ve sorunların çözümlerle buluşmasında bir engel oluşturuyor. Bir başka deyişle; Eskişehir’in yerel siyaseti, bir çözüm mekanizması ve vesilesi olmaktan çok, halkın yönetim süreçlerine katılımında bir engeller manzumesi oluşturuyor. Eskişehir’de siyaset, sivil toplumun çok gerilerinde kaldı. Bu nedenle; yenilik ve çeşitlilik üretemeyen siyaset, sivil toplum alanını işgal edip onun ‘etinden, sütünden ve yününden’ yararlanma gayretinde… Kendi niteliksiz olan siyaset, sivil toplumun kanını emerek kendi hastalıklarını da ona bulaştırma aymazlığı içinde.

Yaşadığımız dönemi küresel anlamda öncekilerden ayırt eden özelliklerden birisi, yerel yönetim anlayışındaki değişmedir. Örneğin yerel yönetimlerin uluslararası süreçlerden etkilenmeleri, kentleri küresel bir aktör haline getirdi. Artık kentler, küresel bir rekabet alanı içinde yer aldıklarından yapılanmaları ve yönetilmeleri de bu olguya uygun olmak zorunda. Kentlerin, geçmişin kapalı ekonomi ve kısıtlı ilişkiler dönemine uygun biçimde yönetilmeleri artık mümkün değil.

Bu çağda yerel yönetimi, merkezî yönetimin sıradan bir uzantısı olarak algılamamak gerekir. Kentlerin bir küresel aktör olarak yer aldıkları bir çağda kentleri, merkezin sıradan bir uzantısı olarak anlamaya çalışan anlayışı değiştirmek bir zorunluluk olarak önümüzde duruyor. Bu çerçevede bir yandan küresel etkileşim öne çıkarken, diğer yandan da yerel katılımın önemi artıyor. Bu bağlamda yerel yönetimlerin halka karşı sosyal sorumlulukları, hesap verme zorunlulukları ve şeffaf olma gereklilikleri de öne çıkıyor.

Yukarıda çizdiğim çerçeve, bu çağda hiç kuşkusuz yerel yönetimler ile sivil toplumun iç içeliğini artırıcı bir etki yapıyor. Yerel yönetimlerin süreç ve karar oluşumlarında siyasal ayrışmalar yerine sivil vizyon, program ve paydaşlığın öne çıkması bir zaruret halini alıyor. Bu nedenle siyasal partilerin “Al, bu listeyi onayla” anlayışı yerine, yönetim erkinin sivil toplum endeksli olarak oluşturulmasının zamanı geldi diyebiliriz. Bundan sonra sivil toplum (bir başka deyişle vatandaşlar) oy kaynağı olarak görülmek yerine yönetim erkinin birlikte oluşturulacağı paydaşlar olarak algılanmak durumundadır.

Kent yaşamı, çağın gereklerine uygun olarak her an daha karmaşık hale geliyor. Bu süreçte kamu, küresel / ulusal / bölgesel ölçekli sivil toplum unsurları, yerel sivil toplum aktörleri ve özel sektörün sorunlar ve çözümler konusunda daha fazla bir araya gelme ihtiyacı oluşuyor. Bu gerçek, yeni demokratik kurumsallaşma ihtiyaçlarını da birlikte getiriyor. Bu ihtiyacı karşılamak üzere oluşmuş ilk süreçlerden birisi olan kent konseyleri ise henüz hayal kırıklığından öteye geçemedi. Bu haliyle kent konseylerinin siyasetin değişik kanatlarının güç ve üstünlük arayış alanları haline geldiğini görmek üzücü. Bu güdük kent konseyi yaklaşımı, yerel olarak geliştirilmiş yeni yaratıcı mekanizmalarla desteklenmeli. Bu da öncelikle yereldeki aktörlerin görevi…

2010 Kasımı içinde Eskişehir’de itirazlara neden olan kentsel dönüşüm bölgeleri bir kez daha onaylandı. Bu konu üzerine Belediye meclisinde olan tartışmalar kentin ve vatandaşın gerçek ihtiyaçlarını yansıtmak yerine siyasetin kendi tarzı üzerinden siyaseten yapıldı. Bir kez daha; konunun asili olan vatandaşa bir şey sorulmadan vekilleri üzerinden belirlenen dönüşüme onay verildi. Hâlbuki kentsel dönüşüm öncelikle halkın rızası ve onayı demek… Bu anlayış var olduğu sürece halkın katılımı, bir gevezelik olmaktan öteye geçemiyor. Yazık…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder