2 Kasım 2010 Salı

İnsan ve Kentte Yaşam

İnsan ve Kentte Yaşam
1 Kasım 2010 köşe yazısı

Gürcan Banger

Hâlâ aramızda kentin yakın sayılabilecek geçmişini bilip hatırlayanlar var. Az sayıda araştırmacı da bu kentin geçmişi ile ilgili bilgi – belge toplayıp derliyor. Kentin yakın geçmişi üzerine bilgi sahibi olanlarla bu alanda çalışma yapanları dinlediğinizde; konuşmalarının odak noktasını insanın oluşturduğunu göreceksiniz. Size geçmişte tanıdıkları veya büyüklerinden duydukları kişilerin ilginç yaşam öykülerini ve anekdotlarını anlatacaklar. Konuşmaların, genelde insan ölçeği ile belirlenmiş olduğunu hayretle göreceksiniz.

Bugünün şehrine baktığımızda ise bir ölçek ve anlayış değişikliği gözlüyoruz. Artık caddeler, binalar, köprüler, heykeller – her ne varsa kent mobilyası adına şehirde, tümü – insan ölçeğini aşmış gibi görünüyor. Kentte insan yapısı olan dev mekânlar, insanın kendisinden daha önemli hale geldi. Şehirden insan gitti, betonarme binalar geldi. Şehirden insan gitti, aynılaşmış insan kütleleri geldi. Şehirden insan gitti, şehri sanal tüketiciler işgal etti.

Eski zamanın nişan töreninin, evlenme veya sünnet düğününün özelliği, insanların mutluluğu idi. Kentte faaliyetler insanın duyguları üzerine kurgulanmıştı. Kentin mutluluğundan söz ederken, o kentte yaşayan insanların mutluluğundan söz ediyorduk. Hâlbuki bugünkü kentin mutluluğu, bir sahiplik / mülkiyet ilişkisi olarak anlaşılıyor. Tüketim algısı, mutluluk algısı ile eş tutuluyor. Büyük alışveriş merkezleri yapmak veya kenti basit ve kopya olmaktan başka hiçbir özelliği olmayan ama devasa yapı ve mobilyalarla donatmak, kentli insanı mutlu etmek olarak anlaşılıyor. Günlük yaşamında kola içerek ya da herhangi bir marka saç şampuanını kullanarak mutlu olacağı kafamıza kazınan kentli yurttaşın, bir beton ve plastik ucubesi haline dönüştürülmüş kentte mutlu yaşamı yakalayacağı varsayılıyor. İşin daha kötüsü; bu yanılsamaya ikna ve razı olmayanlar, şehrin haylaz çocukları muamelesi görüyor.

Bir kenti yaratan üreticiler ve tüketiciler var. Kentli yurttaşlar ile kurum ve kuruluşlar, var oldukları kentte yeniden üreterek ve üretilmişi tüketerek kent yaşamını her an yeniden kurguluyorlar. Bu süreçte caddeler, binalar ve beton – plastik yığını olan her şey, insan yaşamının sadece nesnelerini oluşturuyor. İnsanın kendisi, ne kadar sistemin dışına itilmeye çalışılsa da, gerçek anlamda şehrin öznesi olmaya devam ediyor. Bu nedenle ister sade bir yurttaş ister önemli bir kent yöneticisi olalım; bilmeliyiz ki, kent, insan odaklı olmaya devam etmelidir. Kentin mutluluğu, kentli insanın mutluluğudur.

Bir kentin ilişkiler sistemi, o şehrin yurttaşına öncelikle temiz hava ile sağlıklı su ile gıda sağlayabilmelidir. Bunlar bir kent için olmazsa olmaz koşullardır.

Burada bir noktayı şiddetle vurgulamam gerekir. Yukarıda saydığım kentsel ihtiyaçlar ile aşağıda özetleyeceğim diğerleri, sadece yaşamın bir zaman kesitine ait özellikler değildir. Kent, bir canlı organizmayı andırdığından; bu ihtiyaçları şehrin geleceğe akan yaşamı boyunda sağlayabilmelidir. Bu nedenle bir kentin vizyona sahip olması ve kısa – orta – uzun vadede gelişim planları olması önemlidir. Örneğin şehrin içme ve kullanma suyu konusunu ele alırken, bunun uzun vadeli olarak sağlıkla çözülmesi gereken bir plan unsuru olarak anlamak zorundayız. Sizce; su sıkıntısının her an biraz daha yakınımıza geldiği şu günlerde bu gereğin yerine geldiğini söyleyebilir miyiz? Yoksa kentin yanıltan görselliği içinde yine ana sorunları unutup bilmem-ne marka kola içerek mutlu olmamız mı bekleniyor?

Kentin mutluluğu, o kentte çalışabilir insanların iş sahibi olmaları demektir. Kentin mutluluğu, o kentteki kişi ve kuruluşlar arasında kabul edilebilir bir gelir adaletinin var olması demektir. Bir kentin mutluluğu, o kentte yaşayan yurttaşların belli saatlerde ya da belli yörelerde sokağa çıkmayı kendilerine yasaklamayıp içeride veya dışarıda yaşamlarını güven içinde sürdürebilmeleri demektir.

Bu saydıklarımı, ihtiyaçlar piramidinin üst basamaklarına kadar sürdürebilirim. Ama beklentimi çok büyük tutmak yerine; öncelikle bir kentte yaşamanın mutluluğunun, o kenti beton ve plastikten oluşan taklit yapaylık ile doldurarak sağlanamayacağının anlaşılması gereğini ifade etmek istiyorum. Kentte insan, o yerleşimin binalarından ve sokak mobilyalarından daha değerlidir. Kent, canlı yaşamıyla canlıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder