14 Mayıs 2010 Cuma

Açık Şehir ve Eskişehir

Açık Şehir ve Eskişehir

Gürcan Banger

Kentlerin tarihî geçmişine bakıldığında; ‘kapalı kent’, ‘açık kent’ ve ‘uç kenti’ olmak üzere üç farklı modelden söz edildiğini görülür. Örneklemek gerekirse; kapalı kent ile anlatılmak istenen, İstanbul veya Diyarbakır gibi etrafı surlarla çevrilmiş kent modelidir. Açık kent ise Eskişehir gibi surların içinde gelişmemiş olan kent biçimidir. Günümüzde kentlerin açıklığı veya kapalılığı kavramlarının değiştiğini gözlüyoruz.

Eskişehir’in Odunpazarı ile başlayan yerleşimi, Türklerin Anadolu’ya gelişine denk düşer. Bu kentin bir kavşak noktasında yer alması ve Türk toplulukları ile diğer toplumlar arasında bir sınır oluşturması, uzun süre bu bölgenin kalıcı yerleşim yeri olarak benimsenmemesi sonucunu oluşturmuştur. İlk yerleşimcilerin (bir savaş ve çatışma alanı olarak kabul ettikleri) bu yörede kalıcı konutlar yapmak yerine uzun süre çadırlarda kalmayı tercih ettikleri tarih kitaplarında diler getirilmektedir. Diğer yandan Eskişehir; Porsuk Çayı’nın varlığı ve yerleşime yakın termal sıcak su kaynağının mevcudiyeti ile (Bizans’tan bu yana) açık kent yerleşiminin küçük de olsa bir örneğini meydana getirmiştir.

İlginç biçimde Eskişehir’in daha sonraki dönemlerdeki tarihi de bir açık kent modeline uygun olarak gelişti. 1800’lü yıllara kadar küçük bir yerleşim olan Eskişehir, daha sonra Balkanlardan ve Kafkaslardan aldığı göçleri kendi yapısına sindirmesi ile açık kent özelliklerinden bir başkasını sergiledi. Benzer biçimde İstanbul – Bağdat Demiryolunun Eskişehir’den geçmesi, şehrin bu özelliğini pekiştirdi. Bu açıklık olgusu, daha sonraki yıllarda kentin üniversiteleri ile gelişti. Bu olguya bağlı olarak Eskişehir hemşehriliği dokusunun çok gelişmiş olmamasına karşın çok kültürlülüğün kent toplumunun önemli bir niteliği olması, saydığım bu unsurların doğal bir sonucudur. Bu durum, Anadolu’nun pek çok kentinde gözlenmeyen ayırt edici bir niteliktir.

Eskişehir’in tarihsel süreçte değişime uğramasına benzer biçimde; açık kent kavramının da anlamsal değişim geçirdiğini görüyoruz. Bugün açık kent kavramından söz ederken, bunun açık inovasyon (açık yenilikçilik) ile -kent toplumun güven ve işbirliği yeteneklerini ifade eden- sosyal sermaye ile ilişkilendirmek gerekir. (sosyal sermaye; bir topluluğun birlikte çalışma, işbirliği yapma ve karşılıklı güven özelliklerini ifade eden bir kavramdır. İnsan kaynaklarını ifade eden beşerî sermaye ile karıştırılmaması gerekir.) Yüksek okullaşma oranı ve gelişen üniversiter niteliği ile Eskişehir’in bu yönünü geliştirmek ve kentler arası yarışın dikkate alınır aktörlerinden birisi olmasını sağlamak amacıyla yapılması gerekenler var.

Öncelikle; hızlı biçimde kentin inovasyon (yenilikçilik) yetenekleri ve sosyal sermaye düzeyi konusunda tespitlerin yapılması gerekiyor. Örneğin kentte sınaî veya ticari iş kümelerinin oluşmasını istiyorsak, sosyal sermaye düzeyini öğrenerek doğru stratejileri ve hedefleri önümüze koymamız şarttır. Diğer yandan kentteki sınaî, ticari veya sosyal örgütlerin inovasyon yeteneklerini bilinmesi ve geleceğe yönelik hedeflerin bu tespite göre yapılması önemlidir.

İkinci olarak; kentte mevcut olan firmalar, tüketiciler / yurttaşlar ve diğer kurum ile kuruluşların birlikte çalışabilmelerinin yöntem ve mekanizmaları geliştirilmelidir. Örneğin iş dünyasında yer alan meslek odası ve sivil toplum kuruluşlarının bir ağ oluşturmaları ve olabildiği ölçüde bir ortak program etrafında birleşmeleri sineri yaratacaktır.

Bir kentin açık şehir olma özelliğini ifade eden göstergelerden birisi, o kentteki kişi ve kuruluşların bilgi üretebilme yetenek ve kapasiteleri ile ilgilidir. Açıklık özelliği yetkinleşmemiş kentlerde bilgi üretiminin sadece üniversitelere özgü olduğu düşünülür ve bilginin yegâne kaynağı olarak üniversiteler ve akademisyenler kabul edilir. Açık bir kentte ise üniversitelere ek olarak ar-ge kuruluşları, danışmanlık firmaları, iş geliştirme merkezleri, değişik türde laboratuarlar ve iş - bilim - teknoloji ağları etkin biçimde görev yaparlar.

Yukarıda sözünü ettiğim konularda bir yaklaşımın içselleşmiş olması önemlidir. O da tüm bu kurum ve olaylarda çalışma biçiminin katılımcılık ilkesi ile donanmış olmasıdır. Bir başka deyişle; kentsel süreçlerin olabilen tüm türlerinde ilgili paydaşların katılımı mümkün olmalıdır. Buna açık kentin demokratiklik özelliği diyebiliriz.

Açık kent fikri, her şeyden önce bir tercih konusudur. Bir kent, o kentin yöneticilerinin ciddi katkıları ile ya açıklıktan yana gelişir ya da (geçmişte surların içine kapanmış olduğu gibi) kapalı kapılar arkasında kalmaya devam eder.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder