25 Mayıs 2010 Salı

Siyaset Vatandaşın Nesi Olur?

Siyaset Vatandaşın Nesi Olur?

Gürcan Banger

Uzunca bir süredir güncel siyasetle yakından ilgilenmiyorum. O kadar soğumuşum ki; seçim zamanı birleşik oy pusulasında “Hiçbiri” şeklinde bir yer olsa mührü oraya basacağım. Şaka bir yana; sanırım tepkim, siyasetin içeriksizleşmesine ve çözümsüzlüğe savrulmasına… Kısa vadede bir çözüm var gibi de görünmüyor. Parlamentoya veya kabineye Ali yerine Veli’nin gelmesinin bir çözüm olmadığını öğreneli hayli oldu.

Ergenekon, yeni Anayasa derken; CHP kurultayı güncel siyasetin yeniden gündeme düşmesine neden oldu. CHP’nin yeni genel başkanı o kanatta yeni bir rüzgâr estirmeye aday kabul ediliyor. Yukarıda sözünü ettiğim tıkanmanın CHP’de de olduğunu düşünürsek, yenileşmenin o partiye (ya da görüşe) gönül vermiş insanlara yeni umutlar vermesi güzel. Pek emin değilim ama belki de yosun tutmaya yüz tutmuş güncel siyasete biraz canlılık gelir.

İnsanlar tarafından yapılan işler kapsamında olan siyasetin ve ticaretin (farklı kategorilerde olmaları gerektiği halde) birbirine benzeyen yanları var. Ticaret benzetmesi yaparsak; güncel siyaset, siyasetçinin -güya- proje ve hizmet sunduğu; vatandaşın ise bu eylemin karşılığını oyla ödediği bir ortamdır. Siyaset ilişkisinde vatandaş, siyasetçi ve bürokrat üçlüsü politik alışverişin gerçekleştiği bir sistemde buluşur.

Siyaset, insanın insanla ilişkisidir. Bu ilişkide vatandaşlar, kendi ihtiyaçlarına ve sorunlarına yakın ve özel ilgi gösterilsin isterler. Eğer siyasetçinin vatandaşın dertlerine samimiyetsiz yaklaşımını hissederlerse, desteklerini o kişi ve partiden çekerler. Daha doğrusu; desteği çekmeleri beklenir. Buna karşılık ancak seçim zamanında vatandaşı hatırlayan bazı siyasetçiler ise tüm ilgisizlik ve özensizlikleri karşılığında yeniden seçilebilmek için ‘farklı ikna edici’ mekanizmalardan yararlanırlar. Bu mekanizmalar arasında vatandaşa yalan söylemekten tutun da, genel merkezin koruyucu ve kollayıcı kollarına sığınıp aday gösterilmeye kadar her yolu kullanırlar.

Siyaset, özellikle TBMM merkezli olarak Ankara’da bir “fildişi kule içi” yaşamıdır. Doğrusu; vatandaşın sesi, Ankara’ya hiç ulaşmaz. Seçmenin sesini hiç duymaz Ankara’daki siyasetçi. Özellikle; seçildikten sonra siyasetçi için en sevilmeyen unsur seçmen yani vatandaştır. Bu ilgisizlik, siyasetçinin seçmene “Benim sana sonraki seçime kadar ihtiyacım yok; başka kapıya git” demesidir. Bu nedenle kırgın seçmen her seçimde, bir başka kapıya gider. Ve işte bu nedenle daha 5 yıl tamamlanmadan seçmenin tercihleri başka parti ve siyasetçiler yönünde değişmeye başlar.

Siyasetçi tipini iyi analiz ettiğinizde çok nadir örnekler dışında hepsinin birbirine benzediğini görürsünüz. Farklı partilerdeki farklı siyasetçilerin nasıl olup da aynı “yuvarlak lafları” edebildiklerine şaşarsınız. Adeta tüm siyasetçiler aynı “mektepten” mezun olmuşlardır. Dil aynı, uslup aynı, tarz-ı siyaset ve hatta kalıp kıyafet aynı...

Her zaman şu olay komik gelmiştir bana. Henüz seçildiği sıralarda siyasetçi, özel olanlar da dahil telefonlarını herkese verir. Kısa bir süre sonra malum özel telefona bir sekreter cevap vermeye başlar. Daha sorununuzu dinlemeden size döneceklerini ifade eder. Genelde bu geri dönüşler pek yaşanmaz. Beklersiniz, beklersiniz, bek-ler-siniz ve sonunda unutur gidersiniz. Zaten “yeterli” bir süre sonunda siyasetçi, telefon numarasını değiştirdiğinden ona ulaşma imkânınız da kalmaz.

Bir diğer komik durum, seçim öncesi siyasetçinin örneğin her hafta halkla toplantılar yapacağına dair verdiği sözlerdir. Bu sözler, sadece vatandaşa verilmez. Sivil toplum kuruluşları ile aylık toplantılar yapılacağına, kentin sorunlarının parti merkezine ve meclise taşınacağına “yemin billah” edilir. Sonra ne olur? Seçilmiş siyasetçi, evini Ankara’ya veya İstanbul’a taşıdığından kente gelmez olur ve verdiği sözler unutulur gider.

Seçilmiş siyasetçilerin sıklıkla unuttuğu bir nokta var. Vatandaşın belleği, adeta bir fil belleğidir. Bildiğiniz gibi; filler asla unutmaz. Seçim sırasında verilen “kuş uçuşu” sözler vatandaşın daima belleğindedir. Bir sonraki seçimde sadece oy alabilmek için verdiği ama -zaten kendisinin de inanmadığı- sözleri, seçim sonrası anında unutur. Fakat bir sonraki seçimde vatandaş, unutkan siyasetçinin layığını verecektir.

Hatalı seçimleri için vatandaşı suçlamamak gerekir. Günlük yaşam mücadelesinden yorulmuş, yoksulluk sarmalında kahrolmuş vatandaşın seçimine sunulan, doğru seçenekler var mıdır ki; seçmen, yanlış seçimde ısrar etsin? Vatandaşın hatası, siyasetçinin hatasıdır. Seçmene at gözlüğünü takan da siyasetçinin kendisidir.

Siyaseten sınırlı bir alanda yaşamaya mahkum edilen vatandaş, sonunda kendi aklınca sorunlarını çözecek yol, yordamlar bulur. Siyasete başka ilişkiler karıştırdığı için suçlanan vatandaşın -varsa kabahatinin- sorumlusu da siyasetçinin kendisidir.

Siyasi parti programlarını inceleyiniz. Neredeyse tüm programların birbirine benzer olduğunu göreceksiniz. Özellikle siyaset yelpazesinin merkezine yakın olan partilerin programları hemen hemen aynı elden çıkmış gibidir.

Hem programı, hem tarz-ı siyaseti hem de kendisi aynılaşmış olan siyasetçi, bu durumda oy olabilmek için olabildiğince “bol keseden vaatlerde” bulunur. Sağ – sol kavramları anlam kaymasına uğramış olsa da; sağcılar sol seçmene, solcular sağ seçmene gülücük ve çiçekler gönderirler. Böylece aynılaşmamış olan söylem ve eylemler de aynılaşmış olur. Aynılaşmanın sonu yoktur. Ayırt edici noktaların kaybolduğu bir dünyada siyaset, tesadüflere kalır böylece.

Boş vaatlerin sonu, “enkaz edebiyatı” ile sonuçlanır. Eldeki kaynakları bilmeden yapılan vaatlerin gerçekleştirilemeyeceği anlaşılınca bir önceki iktidara suçlamalar gönderilmeye başlar. “Enkaz devralma” edebiyatı, siyasal yaşamımızın süreğen bir özelliği haline gelmiştir.

Siyasetten bu kadar şikâyet ettiğime bakıp sorunun siyasette düğümlendiğini düşünmemelisiniz. Siyasetin sorunu, bizzat toplumun kendisinin sorunudur. Toplumun temel farkındalık, eğitim ve bilinç sorunlarını halletmeden siyasetin sorununu çözmek mümkün değildir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder