21 Mayıs 2010 Cuma

Kentsel Rekabet

Kentsel Rekabet

Gürcan Banger

Kent konusuna girmeden önce; bir başka örnek vereyim. Bir firmanın çok nitelikli teknik donanımı, makineleri, takım tezgâhları olabilir. Ama bunların tamamı, herhangi bir başka firma tarafından da bedeli ödenerek satın alınabilir. Bir başka deyişle; bir firmanın donanım altyapısı bir üstünlüktür ama kalıcı bir üstünlük olmayabilir.

Diğer yandan bir işletmenin bilgi ve deneyim birikimi ise (teçhizat gibi) kolaylıkla dışarıdan satın alınabilecek bir nesne değil. Bu nedenle ‘akıllı’ işletmelerin kendi deneyimlerini ve bilgi birikimlerini farklılaşmak ve rekabette kalıcı olmak için kullanma kapasiteleri var.

Bilginin ve deneyimin firmalara sağlayabileceği üstünlük gibi; kentlerin de bu konularda (bilgi ve deneyim yoğunlaşması, ortaklaşa rekabet, açık inovasyon ve paylaşılabilir kâr-amaçsız hizmet kuruluşları gibi konularda) sağlayabileceği avantajlar mevcut. Özetle; bölgelerin ve kentlerin işletmelere rekabetçi bir ortam ve iklim sağlamada son derece önemli ve etkili görevleri var. Bu görevler, özellikle bilginin akademik çevreler ve ar-ge merkezlerinde üretimi ile yenilikçi (inovatif) süreçlerin geliştirilmesinde vücut buluyor.

Sıklıkla söz ettiğim gibi; ‘dışımızda ve niyetlerimizden bağımsız olarak’ küreselleşme olgusu, kaçınılmaz biçimde bölgeleri ve kentleri bir rekabet içerisine girmeye zorluyor. Artık rekabet olgusu yokmuş gibi ‘kapalı bir ekonomi’ içinde kalmak mümkün değil. Bölgesel ve kentsel rekabetin içinde alınan pozisyon; o yerleşimde istihdam seviyesini, gelir düzeyini ve sosyal refahı açık biçimde belirliyor. Dolayısıyla rekabet ile bölgesel ve kentsel gelişim (kalkınma) politikaları arasında çok yakın bir ilişki kurulmak zorunda. Bu gerçek, merkezin o yerleşimdeki yöneticilerine, yerel yöneticilere, seçilmişlere ve toplum liderlerine yeni görevler yüklüyor. Bu görevler; bir yandan örnek olmayı içerirken diğer yandan rekabet ve gelişim politikalarının üretilmesi için gerekli mekanizma, yapı ve yöntemlerin geliştirilmesini zorunlu kılıyor.

Sanayileşmenin, teknolojik gelişmenin ve lojistiğin ulaştığı noktada bölgelerin ve kentlerin basit anlamda ‘kalıcı üstünlüğünden’ söz etmek mümkün değil. Bir başka söyleyişle; her bölgenin ‘ezelden ebede’ kendine özgü üretim konuları ve uzmanlaşmaları fikri artık geçerli değil. Bölgesel ve yerel üretim konuları ile uzmanlaşma da rekabet şartlarına tabi olmakta. Bu alanlarda kendini geliştirmeyen bölge ve kentler, hızla bu üstünlük özelliklerini kaybedebiliyorlar. Dolayısıyla işletmeler gibi bölgeler ve kentler de –akıllı olmanın yanında– hızlı ve çevik olmak zorundalar.

Ulusal ve bölgesel kalkınma konusunda yapılan çalışmalarda ulusal veya bölgesel ekonomilerin rekabet sürecinde devre dışı kalıp kalmayacakları sıklıkla tartışılan bir durum. İşletmelerin karşılaştığı rekabet süreci ile bölgesel ekonomilerin bu şartlar altında neler yapabildikleri konusunda yapılmış pek çok çalışma var. Bugün geldiğimizde nokta da görüyoruz ki; rekabetin gerektirdiği önlemleri almayan bölgeler ve kentler hızla ekonomik yarışın dışında kalabiliyor ve ciddi pazar payı ile katma değer kaybına uğrayabiliyorlar. Bu nedenle her bölge veya kent; dışarıdan sermaye çekmekte, nitelikli işgücünün kendi bünyesinde bulundurma, kendi rolünü değişen konjonktüre doğru belirleme ve geliştirme durumunda olmalı. Gereğini yapmadıkları takdirde rekabette devre dışı kalmasalar bile duraklamaları, gerilemeleri, ulusal ekonomiye olan katkılarını yitirmeleri son derece olağan bir olumsuz ihtimal.

Rekabete ilişkin olarak (makro ve mikro düzeylerde) bölgesel ekonomik kalkınma politikalarından söz ederken; her zaman aklımızın bir noktasında mevcut yaşam şartlarının iyileştirilmesi, işsizliğin yok edilmesi, gelirin ve sosyal refahın artırılması bulunmalı. Çünkü bir kentin olanakları ve sunduğu servisler adil biçimde paylaşılabilir olmalı.

Bir kent karmaşık bir sistem örneğidir. Mekân kullanımından orada yaşayan insanlara, orda üretilenlerden tüketilen mal ve hizmetlere kadar çok değişik unsurlar içerir. Bir kent için yapılan çalışmalarda bu karmaşıklığın oluşturduğu bütünlük unutulmamak zorunda. Kentin sadece bir yönünü geliştirmeye çalışmak veya şu an elde edilmiş bir üstünlüğün sonsuza kadar değişmeden kalacağını düşünmek, kent adına çok ciddi bir aymazlıktır. Artık bölgeler ve kentler ‘zorunlu’ bir yarışın içindeler ve henüz bilemediğimiz bir zamana kadar böyle olmaya devam edecek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder