22 Mayıs 2010 Cumartesi

Küreselleşme, Yerelleşme ve Kültür

Küreselleşme, Yerelleşme ve Kültür

Gürcan Banger

Küreselleşme sözcüğünü sıklıkla kullanıyoruz. Muhtemelen; çoğu zaman dünyada ne olup bittiğinden haberimizin olması gibi bir anlama çekerek konuyu basitleştirmeyi tercih ediyoruz. Konunun özüne indiğimizde; küreselleşme denen olgunun dünya çapında bir bütünleşme olduğunu gözlüyoruz. Daha önceki çağlarda küreselleşmenin bazı öncülleri ve ipuçları bulunmakla birlikte; yaşanan durum yeni sayılması gereken bir gerçeklik…

Küreselleşme; ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, ekolojik ve teknolojik boyutlarda (eksenlerde) dünya çapında bir bütünleşmenin (olumlu yönleriyle dayanışmanın, olumsuz açılardan bir hegemonyanın) ifadesi olarak görünüyor. Küreselleşme olarak ifade edilen bu yeni durum, içinde pek çok farklı özelliği taşıyor.

Küresel çağ ile birlikte, finansın sınır tanımaz akışı çok yüksek debilere ulaştı. Bilişim, iletişim ve lojistikte çok ciddi teknolojik gelişmeler sağlandı. Üretim teknolojilerinde ekonominin yapısını ve ufkunu değiştiren pek çok gelişme oldu. Dünya’nın farklı bölgelerinde üretilen mal ve hizmetlere ulaşmak kolaylaştı. Ulusal, bölgesel ve yerel pazarlar genişleyerek küresel hale dönüştü; bu nedenle artık Dünya’nın tek bir Pazar olduğu söyleniyor. Tüm bu gelişmelerin ışığında mal ve hizmetler yanında bilginin de sınırlar ötesi akışı kolaylaştı. Böylece benzer mal ve hizmetleri Dünya’nın herhangi bir yerinde sağlamak mümkün oldu. Ürün ve hizmetlerin firmalar ömrü kısaldı; taklit ve kopyacılıkta zamanı kısaltan gelişmeler oldu. Dolayısıyla yenilikçilik (inovasyon), ar-ge ve tasarım önceki çağlara göre çok daha önemli hale geldi.

Tabii ki; bu süreci yönetenler ve denetleyenler, genelde gelişmiş ülkeler oldular. Herhangi bir piyasada bulabildiğimiz mal ve hizmetler ise, dolaylı veya dolaysız olarak gelişmiş ülkelerin pazara sundukları ticari ürünler oldu. Örneğin iyi bilinen bazı kolalı içecekler kendilerine yeni pazarlar buldular. Bir Amerikan giysisi olan blue-jean Dünya’nın her yerinde satılan ve giyilen bir ürün oldu. Yazılım ürünleri üretip satan Microsoft’un pazarı çok daha büyüdü. Gelişmiş ülkelerin özenilen otomobilleri daha kolay edinilebilir hale geldi. Neredeyse her cebimizde bir başka GSM hatlı telefon var. Evimizin her köşesi, gelişmiş ülkelerin patentine sahip oldukları elektronik ürünlerle doldu.

Gelişmiş ülkelerin üretim ve satış hacimleri büyürken, yerel üreticiler bu küresel baskılar karşısında geri çekilmek (mevzi kaybetmek) zorunda kaldılar. Bölgesel ve yerel son ürün imalatçıları, fasonculukla yetinmeye zorlandılar. Bir anlamda; küresel olan, bölgesel ve yerel olanı ezdi, yok etti.

Bu gelişmeler, sadece ticari mal ve hizmetlerde gerçekleşmedi. Kültür alışverişinde de durum, daima gelişmiş ülkeler lehine bir durum izledi. Başta medyada olmak üzere; değişik vesilelerle Batı kültürünün yaygınlaşma süreci hızlandı; bir kültürel aynılaşma başladı.

Batı’nın tüketim temelli kültürü de (diğer örneklerde olduğu gibi) bir tarihsel ve sosyolojik sürecin ürünüdür. O ülkelerde yaşayan toplumların doğal bir bileşenidir. Diğer yandan; bu kültür, tümüyle farklı özelliklere sahip ülkelere aktarıldığında, gelenek ve süreç farklılığı nedeniyle bir sığlıkla (ve yabancılaştırma unsuruyla) birlikte gelmektedir. Batı’nın kendine özgü kültürel zenginliği, tüketim amaçlı olarak diğer ülkelere transfer edildiğinde; gittiği ülkede kendini bir kültürel sığlık (ve yabancılaştırıcı katalizör) olarak ifade etmektedir. Bu tezin doğrulamasını görmek için, yaygın medyanın TV programlarını birkaç saat için bile olsa izlemek ve yabancılaştırma etkilerini tahmin etmeye çalışmak yeterlidir.

Sanırım; yabancı kültürün sığlaştırma ve yabancılaştırma etkisini biraz da bizim algı ve davranış modelimiz daha güçlü hale getiriyor. Küresel ve yerel değerler arasında yaptığımız ayrımcılık bunun en güzel örneklerinden birisini oluşturur. Örneğin Eyfel Kulesi’ni bir küresel değer olarak algılarken, kendi kentimizdeki bir Selçuklu camisini yerel bir değer olarak görüyoruz. Söz konusu camiyi bir evrensel değer olarak algılamakta zorluklar çekiyoruz.

Yine bu bağlamda; bir Türk müziği parçasını Batı sazları ile çalmayı ve Batı tarzı ile söylemeyi, ‘yerel olanı küresel olarak ifade etmek’ biçiminde anlamaya başladık. Adeta kendimizi Batı’lı insan beğendirmek, küresel olabilmekle eşdeğer olarak anlaşılmaya başlandı. Aslına bakarsanız; bu konu, yeni bir hikâye değil. Osmanlı’nın Batılılaşma merakına düşmesinden bu yana, yaşayageldiğimiz bir gerçeklik.

Kendi mutfağımızı yerel mutfak olarak algılarken, Fransız veya Çin mutfaklarını küresel olarak anlamaktaki ısrarı kavramak mümkün değil. Hadi diyelim ki; bize ait olan değerlerin çerçevesi dar ve üzerinde çalışmaya gerek var. Neden bu çalışmayı angaje bir Batı anlayışı ile yapmaya çalıştığımızı kavramak hiç mümkün değil.

Bir Dünya değeri olmaya doğru giden yol, önce kendi değerlerimizin Dünya değerleri ile eşdeğer olabileceğinin kabulünden geçiyor. Kendimizi azımsayarak, kendi değerlerimizi aşağı görerek gidebileceğimiz fazla yol yok. Kendisini önemli ve değerli bulmayanı, başkaları hiç bulmaz. Kendi başaramadığımızı, başkalarının bizim için yapmasını beklemeyelim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder