8 Mayıs 2010 Cumartesi

İstihdamsız Ekonomik Büyüme

İstihdamsız Ekonomik Büyüme

Gürcan Banger

İstanbul’daki deri fabrikalarının Kazlıçeşme’den Tuzla’ya taşınmasından önceydi. Tuzla’daki yeni tesislerin arıtma sisteminin ihalesi yapılacaktı. Eskişehir’den konuyla yakından ilgilenen bir grupla beraber bir yabancı firma ile görüşmek üzere Ankara’ya gitmiştik. Ankara’da artıma konusunda dünya çapında üne sahip bir firmanın Fransız mühendisi ile görüşmüştük.

Söz konusu firma çok farklı ülkelerde arıtma tesisleri yapmıştı. Fransız mühendis, yaptıkları örneklerden söz etti. Bunlardan birisini biraz abartıp komikleştirerek anlattı. Hindistan’da tam otomatik bir artıma tesisi yapmayı planlamışlar. Hintli yöneticilere anlatırken de; “Bir düğmeye basacaksınız, su arınmış olacak” şeklinde ifade etmişler. Bunun üzerine Hintli yönetici ilginç bir cevap vermiş: “Peki; biz bu kadar işsiz insanı ne yapacağız?” Böylece arıtma tesisi daha fazla istihdam yaratacak biçimde yeniden tasarlanmış.

Hikâyenin aklımda kalan kısmı böyle... Ben naklettim; elçiye zeval olmaz. Ama bu küçük anekdot bir gerçeği içeriyor: Nüfusun yüksek ve işsizliğin yaygın ülkelerde çözülmesi gereken istihdam. Doğrusu; şu sıralar işsizlik konusunda çözüm getirmeyen ekonomik büyüme planlarına daha bir kuşkuyla bakar oldum. Nüfusun büyük kısmının harcayacak geliri olmazsa, yaratılan ulusal zenginlikten pay alma imkânı olmazsa, ekonomik büyümenin vatandaşa ne yararı olacak ki? Evet, ekonomi büyümeli ama vatandaşın da gelir elde edeceği işi olmalı.

İstihdama özen göstermeyen büyüme modelleri, gelişmiş Batılı ülkelerde çok daha yaygın. Verimlilik ve maliyet düşürme adına biteviye vatandaşı ve çalışanı dikkate almayan planlama ve yönetim yaklaşımları geliştiriliyor. Üretim yönetimi anlayışlarının istihdamı da gözetmesi gereği sürekli olarak ‘kapitalist kâr’ adına göz ardı ediliyor. Bizim gibi ülkelerde de rekabetçi olabilmek için aynı yolu denemeye çalışırken, büyük genç nüfusun varlığı -bilerek veya sehven- gözden kaçırılıyor.

Ülkemizdeki durum ise Batılı ülkelerden daha iç açıcı değil. Resmî değerlerle bile asla yüzde 10’un altına inmeyen işsizlik süreklilik arz ediyor. Sürekli işsizlik ise kalıcı yoksulluğun dönüşmenin araçlarından birisi olarak görünüyor. Ekonominin yaşadığı her kriz sonrasında işsizlik ve yoksulluk arasındaki sağlam bağ bir kez daha gözler önünde sergileniyor.

Ülkemizde yaşanan işsizliğin en önemli nedenlerinden birisini 1950’lerden bu yana etkin biçimde yaşanmakta olan sosyal göç oluşturuyor. Sürekli olarak düşük verimli ve getirili tarım kesiminden kopup gelen işgücü kentlere akıyor ve resmî ve gayri resmi olarak hizmetler sektörünün şişmesine neden oluyor. Gelişmiş ülkelerde çağın bir gereği olarak algılanan yüksek oranlı hizmetler sektörü, ülkemizde gizli işsizliğin saklandığı bir kategori olarak dikkat çekiyor.

Ne yazık ki; işsizliğin merkezî anlamda çözülmesini sağlayacak etkin makro politikalar üretilemiyor. İktidarın “Her işletme bir işçi alsa işsizlik çözülür” gibi ‘cin fikirlere’ yönelmesinin altında da bu makro politika yetersizliği yer alıyor. Buna işletmelerin verimlilik ve kârlılık adına daha az işçi ile çalışma yönelimi de eklenince işsizlik, süreğen bir sorun olarak karşımızda durmaya devam ediyor.

İşsizlik konusunun çözümünde bölgesel veya yerel alana indiğimizde; yerel yönetimlerin çözüm çabalarını izliyoruz. Ama bu çözümlerde niteliksiz işgücünü kurslarla beceri sahibi yapmayı hedeflemekten öteye geçmiyor. Bu tür eğitim faaliyetlerine dâhil olmuş vatandaşların ancak pek azı, gerçek anlamda bir iş ve gelir sahibi olabiliyorlar. Dolayısıyla yerel düzeyde de istihdama ve işsizliğin azaltılmasına yönelik çok daha etkin politikalara ihtiyaç var.

Özetlersek; ülkemiz bugüne kadar benimsediği “yüksek büyüme – düşük istihdam” yaklaşımını, istihdamı da bir kriter olarak ele alan yeni bir modelle değiştirmek zorunda… Aksi durumda işsizlik, için için yanan bir yanardağ gibi patladığında ekonomiyi ve sosyal yaşamı darmadağın edecek bir durum arz ediyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder